3 Ocak 2008 Perşembe

Elazığ Resimleri














Elazığ genel tarihi


ELAZIĞ ili doğal şartların elverişli olması nedeniyle paleolitik (yontma taş) döneminden beri çeşitli toplulukların yerleştiği bir alan olmuştur.Keban ve Karakaya barajları eski eserleri kurtarma projesi çerçevesinde yapılan arkeolojik kazı ve araştırmalar ,yöre tarihinin bilinmesine büyük katkılar sağlamıştır.Bu çalışma ışığında Elazığ-Harput yöresinin bilinen en eski sakinleri Hurriler’dir. Arkeolojik kazılar sonunda elde edilen tabletlerden anlaşıldığına göre Hurriler ,Ön Asya da büyük bir bölgeye yayılmış ,M.Ö.2 bin yılının sonlarında kuvvetlenerek ırkdaşları Subar Beyleri’ni de egemenlikleri altına alarak ,sınırlarını genişletmişlerdir. Hurriler den sonra bölge Hititlerin hakimiyeti altına geçmiştir.M.Ö.IX, yüzyıldan itibaren Urarturlar bölgeye egemen olmuşlardır. Urartu dönemine ait Palu,Kömürhan ve Bağın’da çivi yazılı kitabeler bulunmaktadır. M.Ö.VII. yüzyıllar da bölgeye Medler hakim olmuş , sonraki yüzyıllarda Pers Straplar’ın Büyük İskender’e yenilmesiyle Pers hakimiyeti sona ermiş , bölge İskenderin ordularının denetiminde kalmıştır.M.Ö.546 yılında Roma ordusu Persler’e yenilince yörede Persler’in hakimiyeti görülmeye başlamıştır.Bu hakimiyetle birlikte yöre M.S.III. yüzyıla kadar Pers-Roma mücadelesine sahne olmuş ,Büyük Roma İmparatorluğu’nun M.S.395 yılında ikiye bölünmesinden sonra yörede ,Sasani Bizans mücadelesi başlamıştır. Sonuçta Fırat’ın batısı Bizans,doğusu Sasaniler ,hakimiyetine girmiştir.

Elazığ İlinin Konumu



Elazığ ili Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer almaktadır. Yüzölçümü 8.455 Km2 si kara, 826 Km2 si baraj ve doğal göl alanları olmak üzere toplam 9.281 Km2 dir. Denizden yüksekliği 1.067 metre olan Elazığ, yeryüzü şekilleri açısından topraklarını dağlık alanlar, platolar ve ovalar oluşturmaktadır. Türkiye topraklarının % 0,12�sini meydana getiren il sahası, 40º 21� ile 38º 30� doğu boylamları, 38º 17� ile 39º 11� kuzey enlemleri arasında kalmaktadır. Bu çerçeve içinde şekil olarak kabaca bir dikdörtgene benzeyen Elazığ ili topraklarının D-B doğrultusundaki uzunluğu yaklaşık 150 km. K-G yönündeki genişliği ise yaklaşık 65 km. civarındadır. Coğrafi konumu itibariyle, Doğu Anadolu Bölgesini batıya bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmaktadır. İli, doğudan Bingöl, kuzeyden Keban Baraj Gölü aracılığıyla Tunceli, batı ve güneybatıdan Karakaya Baraj Gölü vasıtasıyla Malatya, güneyden ise Diyarbakır illerinin arazileri çevrelemektedir. İl Sınırları içindeki en önemli akarsu Fırat ve kollarıdır. 86 Km2 yüzölçümü olan Hazar Gölü, İl merkezine 30 Km. mesafededir. Ayrıca İlimiz Keban, Karakaya, Kralkızı ve Özlüce gibi önemli baraj gölleri ile çevrilidir. Geçmişte karasal iklimin hüküm sürdüğü Elazığ, yapılan ve yapılmakta olan barajların etkisi ile ılıman bir iklime geçiş yapmıştır.




HARPUT VE ELAZIĞ ADININ KAYNAĞI

Asur ve Hitit yazılarında Harput'tan söz edilmektedir. Boğazköy'de bulunan Hititler'e ait çivi yazılı belgelerde Harput yöresine IŞUVA denildiği görülmektedir.M.Ö.19. uncu asırda bulunan Asurlar'a ait çivi yazılı Kapodokya metinlerinde KARPATA adıyla geçen yerin Harput olduğu söylenmektedir.Urarturlar döneminde Harput'a KARBERD denilmekte idi."KAR " taş, "BERD" ise kale anlamına gelmektedir.M.Ö.13. asra ait Hitit çivi yazılı bir vesikada Harput, HARPUTTAŞ olarak adlandırılmıştır. Vesikada Harputtaş ,Harziuna ülkesinin dört şehrinden birisi olarak gösterilmiştir.Harputtaş şehri ile bugünkü Harput'un aynı olduğu konusundaki fikri Prof.Bossert ileri sürmüştür.M.Ö.9. ve 8. yüzyılda Hitit kitabelerinde Harput'a HARPUTTAVANAS denilmektedir.M.Ö.900-650 yıllarında Urarturlar Harput'a SUPANI adını vermişlerdir.Eski Yunan ve Romalılar bu kelimeyi SUPHANE ya da SOFEN şeklinde kullanmışlardır.Bununla beraber ünlü Alman Coğrafyacılarından "K.Ritter" Harput'un bütün SUPHANE eyaletinin merkezi olarak göstermekte ve bu fikri Lehman Haupt da muhtemel görmektedir.Arap kaynaklarında Harput ve yöresi HİNZİT,Ermeni kaynaklarında ise HANDZİT olarak geçmektedir.Arap kaynaklarında İranlılar'ın zapt ettikleri ZIATA CASTELLUM denilen yerin Harput'tan başka bir yer olmadığı , ZİYATA kalesine Araplar'ın HISN-I ZİYAT dedikleri ,Ziyata'nın Ziyad'a benzetilmiş olduğu ve Castellumun'da Arapça kale manasına gelen HISN kelimesinin karşılığı olduğu muhakkakdır.Harput bir zamanlar bu şekilde isimlendirilmiş ve Hısn-ı Ziyat ismi yakın asırlara kadar devam etmiştir.Bazı bilginler Hısn-ı Ziyat isminin yalnızca kaleye verildiği ,şehre ise HARTABIRT denildiği ve Arapça'ya bu şekilde ve bazende HATR-EL-BUYUT geçtiği ifade edilmektedir.Harput'un Elazığ'a taşınmasıyla Elazığ'da oturan insanlar Harput'a yukarı şehir demeye başladılar.Elazığ'ın Osmanlı Dönemindeki ilk adı Mezradır.Elazığ'ın Sultan Abdulaziz zamanında bayındırlaştığı ve buraya MAMURET'ÜL AZİZ yani Aziz'in yaptırdığı kent adı verilmektedir.Sonraları halkın ağzında daha kolay söylenebildiği için ELAZİZ olarak kullanılmıştır.17 Kasım 1937 'de ELAZİZ'e gelen Atatürk ,şehrin adının ELAZIK olmasını istemiş; Atatürk'ün önerisi ve bakanlar kurulu karari ile Elaziz,Elazık olarak değiştirilmiştir.Azık diyarı anlamına gelen bu kelime , söyleniş zorluğu nedeniyle 10 Aralık 1937 'de bir bakanlar kurulu kararı ile bugünkü söyleniş şekliyle kabul edilmiştir.

Elazığ kültür tarihi

Bugünkü Elazığ 1834 yılında tarihi Harput'un bir mezrası olan ve "mezre" diye anılan ovaya nakledilmesiyle kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde ise gelişmesine devam ettirerek gelişen ve Doğu Anadolu'nun önemli merkezlerinden birisi olan Elazığ, kültür tarihi ve yerleşme tarihi açısından büyük önem arz eder.Bilim adamlarının yer değiştiren şehirler arasında saydığı Elazığ ,1937 yılında bugünkü ismini almıştır. Harput; Sultan Aziz döneminde Mamüret'ül-Aziz ismin alıncaya kadar Harput ismiyle bilinmiş ve tarihe mal olmuştur. Bu nedenlerle Elazığı anlatırken onun menşeini oluşturan Harput'dan bahsetmek ve hatta birisinin ismi anıldığında diğeri anlamak mecburiyeti var gibidir.Elazığ(Harput)ve çevresi çok eski bir yerleşme bölgesidir. Yöre hakkında ilk yazılı belgeler M.Ö.2000 yıllarına rastlar. Ancak 1967 yılında Keban Barajı'nın yapımı nedeniyle oluşacak olan göl sahasında yapılan arkeolojik kazı ve etnografik araştırmalardan elde edilen buluntular , yörenin paleolitik (eski taş)devrine ulaşan bir iskan sahası olduğunu ortaya çıkarmıştır. Nitekim Elazığ'ın Murat ve Karasu'nun birleşmesinden oluşan Fırat Nehrinin çizdiği yay içinde sulak ve verimli bir ova üzerine kurulması ,yöreyi yerleşmeye elverişli kılmıştır.Elazığ(Harput)'ın yazılı tarihi hakkında ilk bilgilerin Hitit tabletlerinden almaktayız. Buna göre yörenin ilk sakinleri Mitanni adında bir devler kuran Hurriler olmuştur. M.Ö.III ve IV bin yıllarında bölgede Subarların yaşadıkları ve Fırat isminin bunlar tarafından verildiği ileri sürülmüştür. Subarlar'ın Hurriler2le aynı kökten geldikleri ve yeryüzünde madeni ilk işleyen kavim oldukları bilinmektedir. Hatta işlenen madenlerin Mezopotamya'ya da ihraç edildiği anlaşılmaktadır. Mezopotamya'da gelişen kültürlerin kökenini burada aramanın daha doğru olacağı kanaatindedirler.Hurriler2den sonra M.Ö.2000 yıllarında yöreye IŞUVA adı veren, tarımda ve dokuma sanatında ileri olan Hititler hakim olmuşlardır.Hititlerin yöredeki egemenliğine ;çivi yazısını kullanan ve taş oymacılığı konusunda ileri olan Urarturlar son vermiştir. Günümüzde de ayakta olan Harput Kalesini ilk yapanların Urarturlar olduğu ileri sürülmektedir.M.S. 1. Asırla 3. Asar kadar Harput'a hakim olan Romalılar ,madencilikte ileri olup yörede maden işletmeleri kurmuşlar Harput ve civarında azda olsa bir şehir hayatının ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır.Sasaniler'le Bizansızlar arsında zaman zaman el değiştiren Harput , 7. Asrın ortalarında Bizansızlar'ın eline geçer. Sonra H.z.Ömer zamanında müslüman Arapların hakimiyetine girer. Bu dönemlerde Uluova ve Kuzuova da hayvancılık yapılıyor,insanlar çoksade bir hayat sürüyorlardı .10.asırda ikinci defa Harput'u ele geçiren Bizanssızlar burada bir vilayet teşkilatı kurmuşlardır.Harput ve çevresi 1071 yılında kazanılan Malazgirt zaferinden sonra 1085 yılında Türkler'in eline geçmiştir.Harput'taki ilk Türk hakimiyeti Çubukoğulları ile başlar.Bu dönemde Harput'un iskanı ve imarı çalışmaları uç verir.Böylelikle günümüze kadar gelen ve sonsuza kadar devam edecek olan Türk hakimiyeti sağlam temeller üzerine kurulmuş olur.Anadolu'nunu fethine katılarak ,Türkleşmesinde önemli rol oynayan Artukoğulları ,Harput'ta 1113 yılından başlayıp 1234 yılına kadar ,yüzyıl sürecek olan bir hakimiyet kurmuşlardır.Artukoğulları'nın Harput'un kültür tarihi üzerinde önemli bir yeri vardır.Osmanlılar gibi kayı boyundan olan Artuklular ünlü komutan Belek Gazi'yi yetiştirmiş ,Harput'u bugüne kadar ulaşan Türk-İslam eserleriyle süslemeye başlamışlardır.Harput'taki Ulu Cami,Alacalı Camii bu dönemde yapılmışlardır.Yine Artukoğulları döneminde bir hastane,bir çok çeşme ,türbe ,saray inşa edilmiştir.Harput kalesi önemli bir onarım görmüş ve bazı eklentiler yapılmıştır. Yine kalenin hemen dibinde Süryani Kilisesinin Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığı kanaati vardır.Bu dönemde ticaret ve el sanatları son derece ğelişmiştir.1185 yılında yapılan Ahi Musa Mescidi'nin varlığı Harput'ta bir Ahi Teşkilatı'nın kurulduğunu göstermektedir.Artuklular dönemi Harput'un bayındır hale gelmesiyle birlikte bilim ve sanatta da önemli hamlelerle doludur.Adı bilinmeyen bir yazar matematik kitabı yazmış ,musikide .edebiyatta önemli gelişmeler olmuştur.Artuklular döneminde Uluova ve Kuzuova da geleneksek usüllerle tarım yapılmıştır.Bu dönemlerde evler genellikle tek katlı ve damlıdır.Artuklular döneminde Harput bir bilim,kültür,sanat ve ticaret merkezi haline gelmiştir.Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat ,Artukluların egemenliğine son vererek Harput'a hakim olur. Bu dönemde Harput'ta Türk-İslam Kültürü tamamen hakimdir. Ticaret,sanat ve kültür şehri olma özelliğini sürdürür. Arap Baba Mescidi bu dönemin eseri olup,mescitteki çini işçiliği ,el sanatlarının ne kadar ileri bir düzeyde olduğunu gösterir.Selçuklular'ın zayıflama dönemlerinde Harput'a İlhanlı akınları oldu. İlhanlılar yörede huzursuzluk yarattıkları gibi Harput'ta oluşan uygarlık birikimlerini de önemli ölçüde tahrip etmişlerdir. Harput'un yaşadığı en acı ve en talihsiz yıllar bu dönem olmuştur.İlhani hakimiyetinden sonra Harput'a 1339 yıllarında başlayıp 1465 yılına kadar sürecek olan Dulkadiroğulları dönemi başlar ve bu dönemde Harput Kalesi tekrara onarım görür.Tarihi boyunca bir sınır bölgesi ve ihtilaf hududu olarak kalan Harput ,1465'de Akkoyunlular'ın eline geçer ve Osmanlılara sınır oluşturursuzun Hasan döneminde İtalyan gezgini Barbora'ya göre göz kamaştırıcı bir kenttir. Akkoyunlular zamanında Harput'ta para basılmış,kültür ve sanatta önemli hamleler yapılmış ,çok sayıda din adamı ,bilim adamı ve sanatkar yetişmiştir.Harput 1507 yılında Safaviler'in eline geçmiş ,26 mart 1516 yılında ise Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında en olgun devrini yaşar ve Doğu Anadolu 'nun ticaret merkezi olur. Bu dönemde Palu ve Keban'da da önemli eserler yaptırılmış ,Keban ve Maden ilçelerinde maden işletmeciliği oldukça gelişmiştir. Bu nedenle özellikle Harput'ta bakır işletmeciliği gelişmiş ;bakır türkülere konu olmuştur.Harput medreselerinde çok sayıda vasıflı alim ve sanatkar yetişmiştir. Yöre insanı divan edebiyatı konularına hakim olmuş ,Fuzuli ve Nedim gibi şairlerimizin şiirlerini bestelemişlerdir. Medrese kültürü ile, kır kültürü birbirini yakından etkilemiş aydın halk tezadı önemli ölçüde ortadan kaldırmıştır. Bu dönemde musikide de önemli gelişmeler olmuş ve divan geleneği ile halk geleneğinin kaynaşmasından oluşmuş bir müzik kültürü ortaya çıkmıştır. İpekçilik son derece gelişmiş ,ipek tezgahları ve fabrikaları kurulmuştur.Evliya Çelebi Harput'ta 17. Yüzyılda 600 dükkan ,7 ticaret hanından,bedesten ve saraçhaneden söz eder. Harput'un çevre köylerinde de el sanatları yaygınlaşmıştı.Pamuk ve diğer zirai ürünler ekilir , tarım ve hayvancılıkla birlikte el sanatları en önemli geçim kaynağını oluştururdu.Harput 19.yüzyılda canlılığını korudu.Kamus'al-Alem'e göre bu dönmede Harput'ta 2670 ev,843 dükkan, 10 camii,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ,12 han ve 90 hamam bulunmaktaydı.19. yüzyılda Harput2ta sanayide uç vermeye başladı.Osmanlıların son zamanlarında batılılar Harput'a özel bir önem verdiler. Amerikan,Alman ve Fransız kolejleri kurdular. Bu okullar Harputtaki yaşama biçimini etkilemiştir. Bu nedenle Harput halkından bir çok insan Amerika'ya gidip gelmiştir. Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı Harput'ta bir Amerikalı oyunu bu olayı Harput'un son yüzyıldaki çöküşünü anlatır.Harput,birbirine çok benzeyen sebeplerle tarihe karışan bir çok eski Türk şehri gibi terk edilmiştir. Yöneticilerin 1834 yılında askeri ve idari merkezlerini mezraya taşımaları ,demir yolunun mezreden geçmesi gibi nedenlerle zaman içerisinde Harput bütün fonksiyonları ile birilikte taşınarak bugünkü Elazığ 'ı oluşturmuştur.Türklerin fethine kadar bir kale şehri olarak kalan Harput ,Türklerle birlikte bayındır bir şehir haline gelmiş ve istikrara kavuşmuştur. Orta Asya'dan kopup gelen Türk insanı ,beraberinde getirdiği bilgi birikimi,gelenek,görenekleri ile mahalli kültürlerden de istifade ederek ,Harput'u çiçek çiçek nakışlamış ve Türk medeniyetinin en hassas , en sevimli ve en yüksek örneklerini yaratmıştır.Türklerle birlikte Harput'ta şehirleşme,ticaret,el sanatları,dini ve diğer kültürel faaliyetler her geçen gün gelişerek devam etmiştir. Son derece güçlü şairler , bilim adamları,mutasavvıf yetiştiren Harput ,kendine has bir folklor ve edebiyat geliştirmiş ve Türk kültür tarihi içerisinde nadide bir yere sahip olmuştur.

Elazığ Genel Bilgi



Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer alan Elazığ, doğu ve kuzeydoğusunda Bingöl, güneyde Diyarbakır, batı ve güneybatı Malatya, kuzeybatı Erzincan, kuzeyde de Tunceli ili ile çevrilidir. Genellikle dağlık ve engebeli bir arazisi olan Elazığ’ın güneyinde Hazar ve Maden Dağları ile Akdağ, doğusunda Güneydoğu Torosların uzantılarından Karaboğa Dağları bulunmaktadır. Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ’dan geçer ve Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülke sınırları dışına çıkar. Elazığ’ın batısındaki Hasan Dağları (2.118 m.) ulaşır. Hasan Dağı’nın güneyinde Bulutlu Dağı (2.004 m.) , Karga Dağı (1.925 m.) ve Kamışlık Dağı (2.016 m.) yer alır. Elazığ (Harput) Ovasının güneyinde bulunan Meryem Dağının yüksekliği 1.490 m.dir. Sıra dağlar Elazığ ovasının kuzeyinde , yeniden yükselir, Beydoğmuş yöresinde 1.724 m.ye çıkarak, Keban Barajı çöküntü alanına kadar devam eder. Çöküntü alanından sonra doğuya doğru, önce Asker Dağını, sonra Palu İlçesinin doğusundaki Gökdere Dağını oluşturur. Kuzeye doğru yönelerek Bingöl ile olan doğal sınırı çizer. Burada bulunan Karaboğa dağlarının en yüksek noktaları, Elazığ’ın sınırları içinde kalır. Hazar Gölünün kuzeyinde 2.140 m. yüksekliğindeki Mastar Dağı, güneyinde de en yüksek dağ silsileleri Hazarbaba (2.230 m.) Dağını meydana getirir. Bunların dışında Elazığ’ın çevresinde sıralanmış küçük tepeler de bulunmaktadır. Bunlar; Boztepe, Rıdvantepe, Yalavuz Tepeleridir. Kuzeyde Peri Suyu ve Keban Barajı Gölü, batı ve güneybatıda Fırat nehri doğal sınırlarını oluşturur. İlin en yüksek noktası Palu Dağı’nın güneydoğusundaki 2.620 m.lik yüksekliği ile Akdağ’dır. Elazığ, yer altı su kaynakları bakımından çok zengindir. İl topraklarını Fırat ve Murat Nehirleri, güneyde de Dicle’nin küçük bir kısmı sulamaktadır. Murat Nehri’nin önemli kollarından Peri Çayı, Elazığ’a 27 km. uzaklıktaki Haringet Çayı ilin diğer akasurlarıdır. Elazığ’ın güneydoğusunda il merkezine 25 km. uzaklıktaki Hazar Gölü (Gölcük), tektonik bir göl olup, denizden 1.250 m. yüksekliğinde ve 22 km. uzunluğunda, 86 km2. lik alanı kaplamaktadır. Türkiye’nin en büyük yapay gölü olan Keban Baraj Gölü, 675 km2.lik bir alanı kaplar. Murat Vadisi boyunca 125 km. uzunluğunda olup, burada elektrik üretiminin yanı sıra balık üretimi ve su sporları da yapılmaktadır. Elazığ’ın 10 km. batısında bulunan Cip Çayı üzerindeki Cip Baraj Gölü, 800 hektarlık bir alanı sulamaktadır. Ayrıca Keban, Kralkızı, Karakaya ve Özlüce gibi baraj gölleri de il sınırları içerisindedir. İlin alçak kesimleri Doğu Anadolu Bölgesi’nin güneyinde yer alan çöküntü alanıdır. İl toprakları genellikle alüvyonlu olup, verimli ovalarla kaplıdır. Bunlardan en önemlileri Ulu Ova ve Elazığ (Harput) Ovası’dır. Ayrıca Kuzova, Behremaz Ovası, Palu (Yarımca) Ovası da il sınırları içerisindedir. Elazığ’ın platoları ilin kuzeyinde, Harput çevresinde, Murat Nehrinin kuzey kesimlerinde ve Ağın yöresinde yer alır. Eski tarihlerde çok zengin olan orman örtüsü çeşitli nedenlerle tahrip edilmiştir. Günümüze gelebilen ormanlar daha çok koruluk ve çalılık niteliğindedir. Ancak, dağların yüksek kesimlerinde meşe ve huş ormanlarına rastlanır. Yüzölçümü 9.153 km2 olan Elazığ’ın toplam nüfusu 572.933’tür. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayi ve madenciliğe dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünler, buğday ve arpadır. Diğer tahıl ürünleri ise şeker pancarı, tütün, pamuk, patates, soğan olup, kayısı, elma, vişne, dut, iğde, badem, çilek ve üzüm gibi meyveler de yetiştirilmektedir. Sebze üretimi baraj gölleri nedeni ile önemli ölçüde azalmıştır. Hayvancılık özellikle dağlık kesimlerde yapılır. Göçer aşiretlerinin yolları üzerinde oluşundan ötürü de hayvancılık canlıdır. Sığır, koyun ve kıl keçisi yetiştirilir. Mera hayvancılığı, tavukçuluk ve arıcılık da geçim kaynakları arasındadır. Türkiye’nin en önemli maden çıkarma ve işleme bölgelerinden olan Elazığ’da, bakır, florid, bakırlı pirit, çinko, kurşun, krom, mangenez, molibden, demir ve volfram yatakları bulunmaktadır. İlde, Simli Kurşun İşletmesi, Şark Kromları İşletmesi ve ferrokrom tesisleri bulunmaktadır. İmalat sanayii ise gıda, içki, çimento, yem, yapay gübre ve madencilik konularında yoğunlaşmıştır. Elazığ, eski çağlardan bu yana bir çok toplumun yerleştiği, farklı kültürlerin geliştiği bir yer olmuştur. Özellikle yöredeki höyüklerde yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen kalıntı ve buluntuların çeşitliliği, köklü bir tarihe ve kültür varlığına sahip olduğunu göstermektedir. Elazığ yöresindeki ilk arkeolojik araştırmalara 1945 yılında başlanmış ve belirli aralıklarla sürdürülmüştür. Geniş çaplı arkeolojik araştırma ve kazılara Keban Baraj Gölü altında kalacak olan yerleşim alanlarının kurtarılması amacıyla 1960’larda başlanmıştır. Doğu Anadolu’nun kültür tarihini aydınlatan Ağın, Kalaycık, Aşvan, Boytepe, Fatmalı-Kalecik, Kaşpınar, Haraba, Han İbrahim Şah, Korucutepe, Norşuntepe, Tepecik, Tülintepe, Körtepe, Değirmentepe kazıları yöredeki ilk yerleşimin Paleolitik Çağda başladığını göstermiştir. Ayrıca yöre tarihi ile ilgili ilk yazılı bilgiler de Hitit ve Asur tabletlerinden öğrenilmiştir. O yıllarda Harput önemli bir yerleşim merkezi idi. M.Ö. XIX. yüzyılda bulunan Asurlular’a ait çivi yazılı tabletlerde rastlanılan Karpata isminin eski Elazığ olan Harput ile bağlantılı olduğu sanılmaktadır. M.Ö.XIII.yüzyıla tarihlendirilen Hitit dilindeki çivi yazılı bir tablette Harput, Harputtaş olarak adlandırılmış ve Harputtaş, Harziuna ülkesinin dört şehrinden birisi olarak gösterilmiştir. Prof.Bossert, Hitit tabletlerinde ismi geçen Harputtaş’ın bugünkü Harput’un olduğunu ileri sürmüştür. M.Ö.IX. ve VIII. yüzyıl Hitit kitabelerinde de Harput’un ismi Harputtavanas olarak geçmektedir. M.Ö.900-650 yıllarında Urartular Harput’a Supanı adını vermişlerdir. Osmanlı Döneminde bu kente Mezra ismi verilmiş, Sultan Abdülaziz zamanında yapılan imar çalışmalarından sonra Sultan Abdülaziz’in yaptırmış olduğu yeni binalardan ötürü Mamuretul Aziz (Sultan Aziz’in mamur ettiği yer) ismi yakıştırılmış, sonradan bu isim halk arasında Elaziz’e, ardından da Elazığ’a dönüşmüştür. Elazığ-Harput yöresinde XX.yüzyılın ikinci yarısında başlayan, İstanbul Üniversitesinin yaptığı kazılarda yörenin ilk halkının Hurriler olduğu açıklık kazanmıştır. Burada ele geçen tabletlerden öğrenildiğine göre, Hurriler Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir bölümüne yayılmış, M.Ö.II bin yılının sonlarında kuvvetlenerek ırkdaşları Subar Beyleri’ni de egemenlikleri altına alarak, sınırlarını genişletmişlerdir. Hurriler den sonra bölge Hititlerin hakimiyeti altına geçmiştir. Urartuların bölgeye egemen oldukları M.Ö.IX. yüzyıla tarihlendirilen kitabelerden Palu, Kömürhan ve Bağın’da da aynı döneme tarihlenen eserlerle karşılaşılmıştır. Bunlardan günümüze ulaşan Harput Kalesinin de Urartular zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır. M.Ö.VII. yüzyıllar da bölgeye Medler hakim olmuş, onları Persler izlemiş ve yöre Pers Satraplarınca yönetilmiştir. Büyük İskender’in Anadolu’ya egemen olmasından sonra İskender’e yenik düşen Pers ordusu bölgeden çekilmiş ve hakimiyet tamamen Helenlere geçmiştir. Bununla beraber Perslerle olan mücadele hiçbir zaman sona ermemiş, çatışmalar daha sonraki dönemlerde Romalılara kadar da uzanmıştır. Bizans döneminde ise Fırat’ın batısı Bizans, doğusu Sasaniler, hakimiyetine girmiştir. M.S.I.-III.yüzyıllarda Harput’a hakim olan Romalılar ,madencilikte ileri olup yörede maden işletmeleri kurmuşlardır. Sasaniler’le Bizanslılar arasında zaman zaman el değiştiren Harput , VII.yüzyılın ortalarında Bizanslıların egemenliğine, daha sonra da H.z.Ömer zamanında Arapların hakimiyetine girmiştir. X.yüzyılda ikinci defa Harput’u ele geçiren Bizanslılar burada bir vilayet teşkilatı kurmuşlardır. Harput ve çevresi 1071 yılında kazanılan Malazgirt savaşından sonra 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Yöredeki İlk Türk egemenliği Çubukoğulları ile başlamış, Harput’a Türkmen boyları yerleştirilmiş ve kent onarılmıştır. Artukoğulları Harput’ta 1113-1234 yıllarında hakimiyet kurmuşlardır. Artuklular döneminde Harput bir bilim, kültür, sanat ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat ,Artukluların egemenliğine son vererek Harput’a egemen olmuştur. Selçuklular zayıfladıktan sonra Harput’a, Moğol akınları başlamış ve Artuklu ve Selçuklu kültür birikimlerini de önemli ölçüde tahrip etmişlerdir. İlhanlılardan sonra Harput’a 1339 yıllarında başlayıp 1465 yılına kadar sürecek olan Dulkadiroğulları dönemi başlamıştır. Harput ve yöresi 2465’te Akkoyunluların eline geçmiş, bu dönemde Harput’ta sikke basılmış, kültür, sanat ve bilim alanında büyük gelişim göstermiş, çok sayıda din adamı ,bilim adamı ve sanatkar yetişmiştir. Harput 1507 yılında Safaviler’in eline geçmiş, Yavuz Sultan Selim tarafından 1515’te Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında Doğu Anadolu’nun ticaret ve bilim merkezi olmuştur. Bu dönemde Palu ve Keban’da da önemli eserler yaptırılmış, Keban ve Maden ilçelerinde maden işletmeciliği oldukça gelişmiştir. Osmanlı döneminde, musikide de önemli gelişmeler olmuş ve divan geleneği ile halk geleneğinin kaynaşmasından oluşmuş bir müzik kültürü ortaya çıkmıştır. İpekçilik son derece gelişmiş ,ipek tezgahları ve fabrikaları kurulmuştur. Evliya Çelebi Harput’ta XVII.yüzyılda 600 dükkan ,7 ticaret hanından, bedesten ve saraçhaneden söz etmiştir. XIX.yüzyılda Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) kent, Harput’tan Mezra’ya doğru kaydırılmış Mamuretü’l Aziz adıyla Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak konumuna getirilmiştir. 1871’de Bağımsız sancak, 1877’de de vilayet olmuştur. Kamüsü’l Âlâm’a göre Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ,12 han ve 90 hamam bulunmaktaydı. Osmanlıların son zamanlarında batılılar Harput’a özel bir önem verdiler. Amerikan, Alman ve Fransız kolejleri kurdular. Bu okullar Harput’taki yaşam ve kültürü etkilemiştir. Cumhuriyet döneminde Bakanlar Kurulu Kararı ile Elaziz, Elazıg olan ismi 1937’de Elazığ olarak değiştirilmiştir. Elazığ, yeni bir kent olduğundan eski eseri bulunmamaktadır. Bu tür yapılar Harput’ta toplanmıştır.Harput’tan günümüze gelen tarihi eserler arasında; Elazığ’ın 6 km. kuzeyinde bulunan Harput Kalesi, Harput Kalesinin yanındaki Meryem Ana Kilisesi (Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi, Yakubi Kilisesi) (MS.179), Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun’un Camisi (1463) (1585 yılında yıkılmış yerine, Harput Müftüsü Hacı Ahmet tarafından bugünkü cami yapılmıştır 1843.) , Artukoğlu Melik Fahrettin Karaarslan’ın yaptırdığı Ulu Cami (1156), Kurşunlu Cami, Alacalı Cami ve Türbesi, Ağa Cami, Ahmet Bey Camisi, Merkez Camisi, Ahmetbey Camisi, Kale Camisi, Esadiye Cami, Meydan Cami, Arapbaba Mescidi ve Türbesi, Fatih Ahmet Baba Türbesi, Mansur Baba Türbesi Bekir Çavuş Mescidi, Ahi Musa Mescidi ve Türbesi, Zahribaba Mescidi ve Türbesi, İbrahim Baba Türbesi, Uryanbaba Türbesi bulunmaktadır. Harput'ta Türk sivil mimarisinin örneklerinden taş evler bulunmaktadır. Ayrıca, Hacı Hasan Hamamı, Cimşit Bey Hamamı (XVI.yüzyıl) ve Karaköçan İlçesine 18 km. uzaklıkta Karakoçan Kolan Kaplıcası, Harput Dabakhane Suyu, Elazığ’a 10 km. uzaklıktaki Buzluk Mağarası ilin doğal oluşumlarıdır.

ELAZIĞ AKARSULARI

Elazığ, doğusundan, batısından ve güneyinden, Güneydoğu Torosların batı uzantıları ile çevrili olup, Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ�dan geçer. Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülkemizin sınırlarını terk ederler. Bu dağların en yüksek noktasını İl�in batısındaki Hasan Dağları (2.118 Mt) oluşturur. Hasan Dağının güneyinde Bulutlu Dağı (2.004 Mt.) , Karga Dağı (1.925 Mt.) ve Kamışlık Dağı (2.016 Mt.) yer alır. Elazığ ovasının güneyinde bulunan Meryem Dağının yüksekliği 1.490 metredir. Sıra dağlar Elazığ ovasının kuzeyinde, yeniden yükselir. Beydoğmuş yöresinde 1.724 metreye çıkarak, Keban Barajı çöküntü alanına dek sürer. Çöküntü alanından sonra doğuya doğru, önce Asker Dağını, sonra Palu İlçesinin doğusunda Gökdere Dağını oluşturur. Kuzeye doğru açılarak İl�in Bingöl ile olan sınırını çizer. Burada bulunan Karaboğa dağlarının en yüksek noktaları, Elazığ İl sınırları içinde kalır. Hazar Gölünün kuzeyinde 2.140 metre yüksekliğindeki Mastar Dağı yer alır. Güneyinde ise en yüksek dağ silsileleri Hazarbaba (2.230 metre) dağını meydana getirir. Bu dağ silsilelerinden başka Elazığ�ın etrafında sıralanan bazı küçük tepeler vardır. Bunlar güneyde sırası ile, Boztepe, Rıdvantepe, Yalavuz tepeleridir. Bu tepelerin uzantıları Meryem Dağına kadar uzanmaktadır. Sonra Yemişlik (Miyadun) in üstünde Karababa tepesi, Altınçevre (Etminik) sırtları ile Akçakiraz (Perçenç) gediğine buradan da karşı tarafa geçicince Beyyurdu, Karakaya, Hoş ve Kıraç Tepeleri, Hasret Dağı eteklerine yaslanır.

Elazığspor Yönetim Kurulu

Suat ÖZTÜRKGörevi BAŞKAN Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 05.01.1954 Mesleği/İşi İş Adamı (Tic. ve san. odası Bşk.) Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Mustafa YILDIZGörevi Başkan Vekili Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 14.04.1963 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Şükrü KÖSEGörevi 2. Başkan Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 1960 Mesleği/İşi İnş Müh. / Elazığ Bld. Bşk. Yrd. Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------A.Kerim SARNILIOĞLU Görevi 2. Başkan Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 04.08.1953 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------İzettin DEMİRGörevi 2. Başkan Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 01.10.1972 Mesleği/İşi Avukat Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------M.Mahir CİHANGİROĞLUGörevi Genel sekreter., Mali işler ve Reklam Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 07.07.1959 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Galip BELHANGörevi Basın Sözcüsü Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 18.08.1953 Mesleği/İşi Elazığ Valilik İl Yazı İşler Müdürü Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Kürşad URHAN Görevi Futbol Şube Sorumlsu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 24.07.1977 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Bekar --------------------------------------------------------------------------------Murat TURANGörevi Genel Kaptan Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 01.01.1963 Mesleği/İşi Turan Medya Yön. Kurulu Bşk Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Şerefettin YILDIRIMGörevi Mali işler ve reklam Promosyon Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 20.02.1960 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Osman BİÇERGörevi Mali İşler sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 05.07.1953 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Yasemin AÇIKGörevi Halkla İlişkiler Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 1962 Mesleği/İşi Prof. Dr. Fırat Tıp fakültesi Öğretim görevlisi Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Haluk SERTKAYAGörevi İdari İşler ve Reklam promosyon Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 10.08.1959 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Osman DİLEKGörevi İdari İşler Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 16.05.1957 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Fikret ERSÖZGörevi Sağlık İşleri Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 01.05.1966 Mesleği/İşi Doktor Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Ahmet AYDIN Görevi Alt yapı ve Stad Organizasyon Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 1965 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Coşkun ÜLKÜGörevi Cevre, Saha ve Reklam Promosyon Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 17.01.1966 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Sedat ÖZKAYAGörevi Stad ve Organizasyon Sorumlusu Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 12.07.1960 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------Ayhan SARAÇGörevi Yönetim Kurulu Üyesi Doğum Yeri ve Tarihi Trabzon /12.12.1966 Mesleği/İşi İş Adamı Medeni Hali Evli --------------------------------------------------------------------------------İbrahim TAŞELGörevi Yönetim Kurulu Üyesi Doğum Yeri ve Tarihi Elazığ / 10.11.1956 Mesleği/İşi Final Eğt. Yönetim Kurulu Bşk. Medeni Hali Evli

elazığspor tesisleri

1967 Yılında kurulan Elazığspor Kulübü’ nün en büyük eksikliği olarak görülen tesisleşme konusunda Şahap EMİR Başkanlığındaki Elazığspor Yönetim Kurulu ve Elazığspor’ lu eski futbolcuların oluşturduğu Elazığsporlular Derneğinin büyük gayretleri ve Elazığ Valisi Sn. M. Lütfullah BİLGİN ve Elazığ Belediye Başkanı Sn. Hamza YANILMAZ’ ın üstün destekleri sonucunda İl Genel Meclisinin 10.12.1996 Tarih ve 5/2 sayılı kararı ile Elazığ – Malatya yolu üzerinde bulunan 153 Dönümlük arazi üzerine “Vali M. Lütfullah BİLGİN Elazığspor Kompleksi” nin temeli atılmıştır. İl Özel İdaresi marifeti ile yaptırılan bu tesisin Mefruşat ve Döşemesi Mustafa URHAN Başkanlığındaki Elazığspor Yönetim Kurulu tarafından yaptırılarak, Tesis 01.11.1999 tarihinde Elazığspor’ un hizmetine sunulmuştur. “Vali M. Lütfullah BİLGİN Elazığspor Kompleksi” içerisinde; sporcu, teknik adam, doktor ve masörün kalacağı 19 adet çift kişilik oda, oyun salonu, dershane, kondisyon salonu, yönetim kurulu ve başkan odası, idari personelin kullandığı 3 adet ofis, çamaşırhane, mutfak, sauna, soyunma odaları ve yemekhanenin yer aldığı 2 katlı idari bina, 2 adet nizami ölçülerde çim saha, 1 adet L şeklinde çim saha ve 1 adet halı saha yer almaktadır. Tesislerimiz içerisinde bulunan Altyapı Tesis binamız ise Dönemin Valisi Sn. Osman AYDIN’ ın büyük gayretleri ile 2003 yılında inşaatına başlanmış olup 2004 yılı sonunda bitirilmiş ve hizmete sunulmuştur.

Elazığspor Tarihi

Elazığspor 1967'de Elazığ'da kurulan futbol kulübüdür. Merkez Genclik, Güvenspor ve Harputspor un birleşmesiyle kurulmuştur. Kulübün renkleri bordo-beyazdır. Elazığspor Kulübü 3.Lig'de 1974-1975, 1982-1983 (Amatörken), 1985-1986, 1989-1990 ve 1994-1995 sezonlarında Şampiyon olarak 2.Lig'e yükselmiştir. 1995-1996 Futbol sezonunda klasman birincisi olarak Ekstra Play-Off müsabakalarında mücadele etmiş, 1997-1998, 1998-1999, 2000-2001 Futbol sezonlarında Play-Off Gruplarında yer almış ama Süper Lig hedefine ulaşamamıştır. 2001-2002 sezonunda Süper Lig'e yükselen Elazığspor 2 sene Süper Lig'de mücadele etmiş, 2003-2004 sezonunda Süper Lig'den düşmüştür. Elazığspor şu anda 2.Lig A Kategorisi'nde mücadele etmektedir.Ayrıca Deplasman Maçlarının tümüne tarafatarı Giden Nadir Takımlar Arasındadır.

HARPUT ADININ KAYNAĞI VE YAZILIŞLARI

Harput adının kaynağı konusunda öne sürülen düşünceler arasında, yoğunluğu "Kar/Har=taş", "Pert/berd=kale"den oluşan "Taşkale" açıklaması alırken Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, konuya ilişkin farklı açıklamalar görülür. Birinci açıklamaya göre; yörede meşhur dikenli bir söğüt ağacı varmış, bu nedenle de kente "Har-Bid" demişler. Diğer açıklamaya göre, bölgede bol miktarda diken yetiştirildiğinden, diken getirici anlamında "Har-Berid" denilmektedir.
Evliya Çelebi'nin rivayetleri dışında kalan ve yoğunlukla yapılan "Taş-Kale" açıklamasına katılmayan Surguroğlu; Harput adının kökeninin "Har-pu-ta-va-nas" veya "Har-pu-ta-aş" kelimelerinden türediğini, bu kelimelerin ise "Ga-ar-ba-ta" veya "Har-pu-ta-aş" adlı bir tanrı/tanrıça veya lider adından gelme olabileceğini belirtirse de, bu isimlerin nerede yer aldığını ve hangi kültüre ait olduğunu belirtmez. Bütün bu açıklamaların aksine Nurettin Ardıçoğlu, Harput'un en eski adının "Carcathiocerta" olduğunu belirtirken; "Carcath=şehir", "Certa=kale" anlamlarını koyarak, Carcathiocerta / Karkathiokerta adının "Şehir kale" anlamına geldiğini söylemektedir.
Net ve bilimsel olmayan bu isim kökeni açıklamaları ile birlikte, tarihsel gelişim sürecinde Harput kenti; çeşitli kaynaklarda Hartabert / Hartabird / Khartabirf, Haratparat, Hısn-ı Ziyad / Hisn Ziyad / Hısn Zait / Hesna de Ziyad, Zaid / Zait, Ziata Castellum, Karkathioker-ta/Carcathiocerta , Hasan Ziyad, Kharpot/ Kharpote/ Kharpeta/ Karpata", Quartapiert/Quart-Piere, Harputaş, Kharpert/ Kharberd/ Karbed/ Harberd/ Garpert/ Harbert/ Hoiberd, Harpote, Kharput/Karput, Hayr al-buyut, Harputauanas, Harpurt/Harpurd, Hartpirt/ Hargirt/ Harbit/ Harbirt/ Harbid/ Harbut, Herburt/ Herbrut/ Herput/ Herprut, Handzit/Hinzit, Ilüsnüziyad gibi adlarla anılmıştır.
Görüldüğü gibi bu isimlerin pek çoğu birbirine benzer. Özellikle "Har", "Her" veya "Khar" kökenli isimler, tek grupta bir araya gelebilir. Hatta biraz zorlamayla "Quar" köklü isimleri de bu gruba eklemek mümkündür. "Hısn-ı Ziyat/ziyad" ve "Ziata Castellum" isimlerindeki "Ziyat/ziyad/ziata" kelimeleri, "kale" anlamına gelen "Castellum" ve "Hısn" kelimeleri ile birleşerek, "Ziyad kalesi" anlamında kullanılmıştır. Üç kaynakta rastlanılan "Hasan Ziyad" ismi ise, olasılıkla "Hısn-ı ziyad" dan bozularak kullanılmış olmalıdır.
Bütün bu isimler dışında olup, en farklı isimleri oluşturan "Carcathiocerta / karkathiokerta", Sophane bölgesinde bir kent adı olarak anılsa da"; bunu kanıtlayacak verilerimiz yoktur. "Hayr al-buyut" ve "Handzît/Hinzit" isimlerinin kökeni anlaşılamamıştır. "Hüsnü ziyad" adı ise, Muaviye Döneminde Harput'ta valilik yapan "İbni Ziyad "a bağlanmaktaysa da, konuya ilişkin net bilgi bulunmamaktadır.
Sonuçta çok farklı isimler ve açıklamalar verilmesine karşın, Harput adı ve anlamı konusunda ortaya net bir şeyler konulamamaktadır. Bu konuyu tarihçilerden çok dil bilimcilerin ele alması, farklı yorumları da gündeme getirecektir.

HARPUT'UN COĞRAFYASI VE JEOLOJİSİ

Harput, Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Fırat bölümünde, bugünkü Elazığ il merkezinin 5 km. kuzeydoğusunda, denizden 1280 m. Yükseklikte 48°43' kuzey boylamı ile 39°15' doğu enleminde yer alır.
Kuzeyde yer alan Kızıldağ ve Keban Baraj Gölü, kentin kuzeydoğusuna kadar uzanırken; Keban Baraj Gölü ile kent merkezi arasında doğuda 1724 rakımlı Hasret Dağı. güneydoğuda 1221 rakımlı Kartaltepe yer alır. Daha güneye inilince Çelemlik Dağı ile arkasındaki Hazar Gülü ve 1908 rakımlı Kuşakçı Dağı yer alır. Kent merkezi ile bu coğrafya arasında en güneyde Doğu Anadolu'nun önemli ovalarından Uluova ile, Harput' un güneyinde, bugünkü Elazığ il merkezinin kurulu bulunduğu, Elazığ Ovası' da denilen Altınova yer alır. Harput ile Kuşakçı Dağı hattının batısında 1490 rakımlı Meryem Dağı, 1327 rakımlı Altıntepe. 1341 rakımlı Kızıldağ ile Keklik Tepe ve Çağlar Tepe bulunur. Kentin batısında Kavak Tepe yer alırken; batı ve güneybatı yönünde ise, bölgenin ikinci önemli ovası olan Kuzova yer alır.
Kuzeyde, bugünkü Keban Baraj Gölü (zamanında Murat Nehri'nin yatağı olan Pertek Keban oluğu), güneyde Altınova (Elazığ Ovası) ve Uluova, batıda Mankendi ve Baskil ovaları ile çevrili olan Harput Platosu; belirtilen tüm bu verimli ovalara olan hakimiyeti ile, önemli bir konuma sahipken, dönemin ticaret yollarını da kolaylıkla kontrol edebilmekteydi.
Sınırları belirtilen Harput Platosu dalgalı yüksek bir aşınma düzlüğü olarak Neotektonik Dönem Öncesi, Alt-Orta Miyosen sonlarında oluşmuş ve Plato Üst Miyosen ile Pliyosen dönemlerinde meydana gelen faylanmalar ile yer yer yükselmiş ve aşınarak alçalmıştır. Platoyu oluşturan aşınım düzlüğünün yapısını temelde Senoniyen yaşlı Yüksekova Karmaşığı'na ait volkanik kayaçlar meydana getirir ki, karmaşığın litojik bileşimi platonun güneyinde bazalt ve andezitlerden oluşur. Buna karşın kuzeyde diyorit ve diyabazlar öne çıkar. Bu kayaçlar topluluğunun oluşturduğu karmaşık alanda allaktan konumlu olup, bu karmaşık üzerinde sahaya taşınarak gelmiş ve bu nedenle paraalloktan bir konum kazanmış bulunan Harami Formasyonu'na ait kayaçlar yer alır. Bu kayaçlar sert ve aşınmaya karşı dayanıklı olduklarından, belirgin çıkıntı ve diklikler oluştururlar. Tabanı yer yer yüzeylenen kırmızı renkli konglomera ve kumtaşlarından oluşmakla beraber, üstte sarımsı bej renkli kumlu kireçtaşı ve kristalize kireçtaşlarından oluşan Harami Formasyonu'nun asıl litojisi bulunur. Bu formasyona ait masif kireçtaşları kuzeydeki en yüksek noktaları oluştururken, güneyde aşınmadan oluşan bağımsız blokları oluşturan ve karstik şekilleri içeren kalker blokları (ki Harput Kalesi tabanı da böyledir), platonun orta kesimlerinde ise kristalize kireçtaşları ve volkanik kayaçlar üzerinde OrtaÜst Eosen Yaşlı Kırkgeçit Formasyonu'na ait birimler bulunur. Formasyonun plato üzerindeki en hakim litojisini, Fetih Ahmet Mescid ve Türbesi civarında bulunan konglomera ve masif kumtaşları oluşturur.

HARPUT'UN TARİHİ


XI. Yüzyıl öncesi
Elazığ ili dahilinde yapılan kazı ve araştırmalara göre; Elazığ, bu nedenle de Harput çevre tarihi Paleolitik Çağ'a kadar inmektedir. Keban Barajı'nın yapımı nedeniyle yapılan Yukarı Fırat çalışmalarındaki çok sayıda kazı ve araştırma bunu kanıtlamaktadır. Bu kapsamda Karasu, Arapkir Deresi ile Murat Suyu Vadisi seki ve kayalıklarında yapılan çalışmalarda bulunan ve Paleolitik Dönem insanlarının kullandığı kaya altı sığmağı ile açık hava konak yerlerinden; özellikle Karataş ve Küllünün İni'nde bulunan Eski Paleolitik Dönem'in, Aşölyen Evresi'ne ait el baltaları ve çakmak taşı aletleri önemli buluntulardır. Karataş Kayaaltı Sığınağı, Gedikli Mağarası ve Kalecik açık hava konak merkezi, yine bu bu dönemin önemli merkezlerindendir. Poleolitik Dönem sonrasına tarihlendirilen Tepecik, Tülintepe, Bağtepe, Değirmentepe, Norşuntepe, Habusu-Körtepe, Korucutepe, Şimşat (Haraba), Kalecik Höyük, Kalaycık Kilise Düzü, Pağnik, Pulur
Sakyol), Gavurtepe (Yeniköy), Fatmalı, Tepecik, Aşvan Höyük, Kurupınan Çayboyu ile Taşkın Mevkii ve Kalesi'nde yapılan kazı ve araştırmalarda, M.Ö. 6. ve 7. binlerde Orta Anadolu, Kuzey Suriye, Kuzey Mezopotamya ve İran ile ticari ilişkilerin kurulduğu anlaşılmıştır. Tülintepe, Norşuntepe, Korucutepe, Çayboyu, Kabusu Körtepe ve Tepecik'te bulunan Obeyd Evresi ile Tepecik'te bulunan Uruk Evresi buluntuları, Sümer Öncesi kültürlerin izlerini ve yayılım alanlarını gösterirken, Norşuntepe ile Tepecik, Gavurtepe (Yeniköy) ve Pulur (Sakyol)'da bulunan buluntular, yörenin Eski Tunç Çağı'nda (M.Ö. 3 ve 2. binler) iskan edildiğini gösterir. Kovancılar ilçesi dahilinde bulunan Çınaz III Höyüğü'nde, Akeramik Neolotik yerleşim tespit edilirken; Çınaz I (Sekarat) Höyüğü'nde Kalkolotik Dönem yerleşmesi tespit edilmiştir. Ulupmar (Birvan), Tanrıvermiş Kayalığı, Gökçehöyük ve Çuhadar Höyüğü'nde yapılan araştırmalarda da İlk Tunç Çağı malzemeleri bulunmuştur. M,Ö.235Ö-2000'lerde Naramsin komutasında Akad'ların saldırısına uğrayan bölge, bu yıllarda "İşuwa" olarak anılmaktaydı. Aynı dönemde Kızılırmak yöresinde Hititler yaşamaktayken, doğuda Hurri-Mitanni'Ier bulunmaktaydı. Her iki kültüründe stratejik konumu nedeniyle ele geçirmeye çalıştıkları bölge'', önce Hurri-Mitannilerin (Subartular) eline geçerse de, I.Şuppiluliuma Dönemi'nde (M.Ö.1375-1335) Hititler'in eline geçer. M.Ö.XII. yüzyılda Hitit Devleti'nin yıkılmasıyla birlikte, bölgede karanlık bir dönem yaşanır. Bu dönemde çeşitli kavimlerin egemenliği vardır. Bunlardan biri de, Asur kaynaklarında Muşki adıyla anılan kavimdir. M.Ö.IX. yüzyılda Muşkiler, Murat Suyu ile batı Fırat arasındaki bölgeye kadar ilerlerler. Yine aynı dönemlerde, Asurlular'ın da bölgede egemenlikleri söz konusudur. M.Ö.Vlfl. yüzyılda Kral Menua (M.Ö.810-785/80) zamanında Urartular, bölgeyi ele geçirip, kendi eyalet düzenleri içine alırlar. Bölgedeki Urartu egemenliği, Menua'yı izleyen I.Argişti (M.Ö.785/80-760) ve Il.Sardur (M.Ö.760-730) dönemlerinde de devam eder. M.Ö.V1II yüzyılın ortalarında Asur Kralı III. Tiglathpileser'in (M.Ö.745-727), H. Sarduri'yi yenmesinden sonra bir ara kesintiye uğrayan Urartu egemenligi, aynı yüzyılın son çeyreği içinde, Asur Kralı II. Sargon (MÖ.721-705) Dönemi'nde tekrar kurulur'0. Palu, Harput, Bağın, Mazgirt, Kaleköy, Perisu Kalesi, Norşuntepe, Genefık, Habibuşağı, Haroğlu, Baskil/Kaleköy, Maltepe Kalesi gibi y eri eş imlerdeki Urartu buluntuları ve yazıtları17, Urartular'ın bölgeye verdiği önemi gösterir.
M.Ö.715'lerde Med aşiret reislerinden Dayarikku (Keyaksar), tüm Med aşiretlerini biraraya getirerek bir devlet kurar. Başkentleri bugünkü İran'da bulunan Hemadan kenti olan Medler; Önce Asurlular'ı, ardından Urartular'ı yıkarak (M.Ö.660) bölgeyi ele geçirirler. M.Ö.650'de Med Kralı Fravarti, Ninive'de Asurlular'la çarpışırken, İskitler'in arkadan vur-masıyla öldürülür. M.Ö.560'da ise Pers Kralı Kuraş (Keyhüsrev), Med Kralı İstuvegu (Astiyap)'yu yenerek, Med bölgesini ele geçirir. Bölgede satraplık sistemini kuran Kuraş (Keyhüsrev)'in kurduğu satraplıklar; doğuda Medya, batıda Kappadokya ve Antitoroslar, kuzeyde Karadeniz, güneyde Mezopotamya satraplıklarıdır. Harput ve çevresini içine alan satraplık ise, 3. büyük satraplık olan "Medya Satraphğı" olup, bölge halkının çoğunluğunu Akilisenler oluşturmaktaydı.
II. Kuraş'ın yendiği Med devletini, Akameniş (Pers) hanedanlarından III. Kuraş (M.Ö.559-529), M.Ö.550'lerde ortadan kaldırır. I. Dara (Darius) Dönemi'nde (M.Ö. 521-486) ise, İran'dan Kızılırmak'a kadar olan bölgeye yayılırlar. Doğu Anadolu'da Pers egemenliği gerçek anlamıyla, Dara'nın M.Ö.519'daki seferiyle gerçekleşir. Halk arasında vergilere karşı yer yer isyanlar olursa'da bu durum M.Ö.400'lere kadar sürer. Bu dönemde Dara, Harput ve çevresini de ele geçirir. Dara Dönemi'nde Pers Devleti 23 büyük satraplığa bölünürken, Harput ve çevresi 13. satraplık olan "Armenia Satraphğı" içinde kalır. M.Ö.334'de Pers satraplarımn önce Granikos (Biga) Çayı kıyısında, ardından Gaugamela'da (Erbil/Kerbela) Büyük İskender'e yenilmesiyle, Pers İmparatorluğu tarihe karışır. Kısa sürede İskender'in ordularınca fethedilen bölge, İskender'in M.Ö.323'te ölümünden sonra, komutanlarından Selevkos'a kalır. Zamanla sınırlar genişletilirken, Kapadokya ve Akilisen yörelerinde ayaklanmalar olur. Bunun sonucunda da, eski bir Pers soylusu olan I. Ariarates, Kapadokya Krallığını kurar ve sınırlarını Akilisen'e kadar genişletir. Ancak, yeni kurulan bu yönetim uzun sürmez. Selevkos M.Ö. 306'da kral unvanını aldıktan sonra, başkentini önce Babil'e. ardından Selevkiye'ye, oradan da MÖ. 300'de Hatay'a taşır. Selevkos'uıı ölümünden sonra yerine geçen I.Antiokhos, Mısır'daki Ptotemais Devleti'yle karşı karşıya gelince, İranlılar bu durumdan yararlanıp. Ermeniler'! kıştırtırlar. Ancak, Antiokhos İranlılar'la barışıp. Fırat yöresindeki olaylara son verdiğinde, M,Ö.280'lerde Galatlar Anadolu'ya girerler. I Antiokhos'un M.Ö. 261'de ölümü üzerine. Mısır Kralı Ptkolemaios bütün gücüyle Anadolu'ya doğru hareket edip Kilikya, Pamphilya. Fırat Bölgesi, Mezopotamya, Medya ve daha doğuda Afganistan'a kadar olan bölgeyi ele geçirir. M.Ö. 140'larda Part Kralı Mitridates Fırat Bölgesi'ni ele geçirip, Diyarbakır'a kadar ilerler. Arakslar'ın tanınmaları ve varlıklarını devam ettirmeleri sonrasında, ülkeyi prensler kendi aralarında paylaşırlar. Artavasd'ın oğlu Tigran (Dikran) bunlardan biri olup, M.Ö.89'da bölgeyi ele geçirerek, Kapadokya'ya kadar ilerler. Zamanla Ön Asya'nın en güçlü krallığı haline gelen Tigran'm ülkesi, Medya'dan Kilikya Torosları'na güneyde Şeria Nehri'ne kadar uzanır. M.Ö. 69'da Lukullus komutasındaki Roma ordusu, Tigran üstüne gönderilir. Lukullus, Melitene (Malatya) ve Sophane (Harput-Dersim) yörelerini yağma ettikten sonra, Tigranokerta ya da Romalılar'ca Martiropolis. Suriyeliler'ce Meyyafarkin denilen Silvan'a kadar ilerler, Mitridates'in desteğine rağmen. Romalılar Tigran ordusunu yener. Ancak, Lukullus'un yağmacı tutumu sonucu halk isyan eder ve Tigran M.Ö. 66'da Kapadokya egemenliğini tekrar ele geçirir. Ancak, bu egemenlikte uzun sürmez ve Tigran, Roma üstünlüğünü kabul eder44. Roma ordusunun M.Ö.53'te Partlar'a yenilmesiyle başlayan Part egemenliği, M.S. 55 yıllarına kadar aralıklarla devam eder. Bu süre içinde krallığın sınırları doğuda Medya ve Atropaten'den (Güney Azerbaycan), güneyde yukarı Dicle ve Fırat, batıda Toros Dağları'na kadar genişler. Partlar, Roma etkinliği altına girerken, Ermeni soylularının çabalarıyla çeşitli karışıklıklar yaratılır. Böylece Araks Devleti'nin başına Part soyluları yerine. İran soyluları geçer. Ardeşir adlı bir İranlı, Araks topraklarında Sasani Hanedanlığı'm kurup krallığını ilan eder. Ancak, M.S.272-309 yılları arasında Harput Bölgesi Sasani egemenliği altına girmez. Sasani Kralı Il.Şapur, kendisi için tehlike oluşturan Ermeni Hanedanlığı'm ortadan kaldırmak amacıyla, Araks Devleti üstüne yürür. Ermeni desteğine karşın, Araks orduları yenilir ve Sasaniler Harput dahil olmak üzere, Fırat Bölgesi'ni tümüyle ele geçirir. Ancak, M.S. 379'da Roma İmparatoru Valens'in büyük bir orduyla bölgeye yürümesi üzerine; Il.Şapur, barış yaparak geri çekilir. Böylece Harput bölgesi tekrar Romalılar'a geçer. M.S.395'te Akhunlar, Harput önlerine kadar gelirlerse de, alamadan geri dönerler. Aynı yıl Roma İmparatorluğu ikiye bölünür. Fırat bölgesi bütün Anadolu ile birlikte Doğu Roma, Yani Bizans İmparatorluğu sınırlan içinde kalır.
V. yüzyılın ikinci yarısında Sasaniler bir ara bölgeyi işgal ederlerse de. Nuşirevan'm 579'da ölümünden sonra yönetimde aksamalar görülür"7. Bu arada 562'de elli yıllık bir barış antlaşması yapılır ve Fırat'ın batısı Bizans'ta, doğusu Sasaniler'de kalır. Ancak, 610'dan sonra Heraklios Dönemi'de Bizanslılar antlaşmayı bozarak, sık sık bölgeye girerler. Böylece savaşlar yeniden başlar ki, bu dönemde Harput sıkça el değiştirir. Bu sıralarda Anadolu'da yeni bir güç olarak Arap akınları başlar. Halife Ömer Dönemi'nde (634-644) Araplar, Suriye ve Irak'tan sonra Doğu Anadolu'ya girip bir ara (644-650) Harput'u ele geçirirler.
Bu yıllardan sonra Arap-Bizans mücadelesi başlar. Yıllarca süren bu savaşlar ve mücadeleler sırasında bölge; 685'de Bizans, 700'lü yıllarda Arap, 752 yılında Bizans, hemen ardından Arap egemenliğine girer. Ermeni valisi kaleleri onarıp Abbasiler'e bırakır. Böylece 756 yılından sonra bölgede Abbasi egemenliği başlar. 837'de Abbasiler Babek isyanı ile uğraşırken, Bizanslılar bölgeyi tekrar işgal ederler. 838'de Afşin komutasındaki Abbasiler, Ankara önlerine kadar gelirler. 872 yılından sonra ise, Bizans İmparatoru lannes Tsimiskes, yöreyle birlikte Güneydoğu Anadolu. Suriye, Lübnan, Filistin gibi yöreleri de ele geçirir.
938 yılında "Mezopotomya" teması içinde görünen kent", 949/952 yıllarında "Küçük Kharpete" anlamına gelen "Kharpe-zikion" teması içinde kalır. 976/989 yıllarına geldiğimizde ise. kent bu Ideta "IV. Armenia" teması içinde görünür, •ü-XV. yüzyıllar 1018 yılında öncü akınlar şeklinde, Çağrı Bey komutasında, Iknadolu'ya giren Türkler, 1042'de Van'a kadar gelirler. Bu arada 1040'da bandanakan Savaşı ile bağımsız devlet kuran Selçuklular. 1043'de Tuğrul Bey komutasında Kazvin'e gelmişlerdir. Aynı yıllarda, Belçuklular'a bağlanmak istemeyen Oğuz Türkmenleri, kitleler halinde fc)oğu Anadolu'ya akmaya başlayarak, Van ve Erzurum yörelerine akınlar yapıp ganimet toplarlar. Bir kısım Oğuz boyları ise Meyyafarikin [Silvan), Mardin ve Cizre'ye ulaşırlar. 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra, Bizans yönetiminde oluşan ptorite boşluğundan yararlanan ve Harput çevresinden Çukurova'ya kadar olan bölgede egemenlik kuran Ermeni Fhilaretos/Fileratos, bir [müddet direnirse de bölgede fazla tutunamaz. Sultan Melikşah tarafından Diyarbakır'ı (Amid) fethetmeye gönderilen Fahr al-Davla Muhammed bin Cuhayr (Fahrüd-Devle), yanında Çubuk Bey ve Artuk Bey ile birlikte Diyarbakır'ı kuşatır. Kutaşmanın uzun sürmesi üzerine; Fahrüd Devle, Çubuk Bey'i Harput ve civarını fet-petmeye gönderir-". 1087 yılında Çubuk Bey, 300 atlı süvari ile Filera-los'un elinde bulunan Harput'u alır. Selçuklu geleneklerine göre bir bey, bir yeri fethettiğinde, merkeze bağlı olmak koşulu ile kendi beyliğini kurabilirdi. Çubuk bey, bu gelenek gereği Harput ve civarında, Çubukoğuları adıyla anılan kendi beyliğini kurar. Çubuk Bey'in Haput'taki egemenliğinin ne kadar sürdüğü tam olarak bilinmezse de; oğlu Mehmet bey'in, 1106-1113 yılında Harput Hükümdarı olduğu bilinmektedir. 26 yıl süren Çubukoğulları Dönemi'nden' günümüze ulaşan yapısal kalıntının olmaması; bu dönemde yeni yapılaşma olmadığını, mevcut iç kale ve içindeki yapıların kullanıldığını gösterir. İbadet ihtiyacı için, yine kale içinde uygun bir yapının kullanıldığını ya da küçük bir mescid inşa edildiğini düşünebiliriz. Sultan Alparslan'ın ölümünden sonra, Malatya ve Elbistan bölgesi, Tuğrul Arslan'a kalır. Bu sıralarda Artukoğlu Belek Bey, Tuğrul Arslan'ın annesi Ayşe Hatun ile evlenir ve küçük olduğu için Tuğrul Arslan'm atabeyi olur. Mehmet Bey'in hasta halefinin, Harput idaresini Tuğrul Arslan'a vasiyet etmesi üzerine ise; Belek, atabey sıfatı ile Harput'a giderek şehri teslim alır. 1122 yılında Belek, amcası İlgazi'nin isteği üzerine, Haçlılara karşı Halep'e doğru gider. Bu arada Urfa Kontu Joscelin de Courtenay ile, Birecik Senyörü Galeran de Puiset, Belek'in yolunu keser. Çıkan savaş sonrasında Belek, Joscelin ve Galeran ile birlikte çok sayıda şövalyeyi esir alarak, Harput Kalesi'ne hapseder (1123). Bu olay üzerine Kudüs Kralı II. Boldvin/Baudovin, Harput'u kuşatmak üzere yola çıkar, Ancak, yapılan savaştan Belek yine galip çıkarak, II Baudovin ile birlikte yine çok sayıda esir alarak, bunları da Harput Kalesi'ne hapseder". Bir süre sonra onbeş gönüllü, Behesni (Besni) Kalesi'nden gelip, Belek'in seferde ve asker sayısının az olduğu bir sırada kaleye sızarak, kalenin onarımında çalışan Ermeniler'in de yardımıyla", kale içinde bulunan muhafızları öldürerek, esir durumda bulunan Kral Baudovin ile birlikte Joscelin, Galeran ve diğer şövalyeleri kurtarırlar. Kalenin ele geçirildiğini duyan ve o sıralarda Halep'te bulunan Belek, derhal geri dönerek şehri kuşatır. Kuşatma sırasında Kont Gaİeran şehri Belek'e geri teslim eder. Ancak, Joscelin yardım getirmek için kuşatma öncesi Harput'tan kaçar. Belek Gazi 1124'de Menbic kuşatması sırasında öldükten sonra, ülkesini yönetmek üzere vasiyet ettiği amcasının oğlu Hüsameddin Timurtaş'ın, yönetim gücü ve yeteneğine sahip olmaması nedeniyle;
kardeşi Süleyman. Belek'in Harput ve Palu'daki beyliğine sahip olur. Bir yıl kadar hüküm süren Süleyman'ın ölmesi üzerine, Hısn-ı Keyfa Artuklu hükümdarı Sökmenoğlu Davud, yönetimi ele geçirir. Davud'un 1144'de Ölmesinden sonra ise, yönetim onun oğlu Fahreddin Karaarslan'a kalır Bir ara kardeşi Arslan Doğmuş yönetimi ele geçirirse de, 1146'da Fahreddin Karaarslan, Selçuklu Sultanı Mesud'un yardımı ile, tekrar başa geçer'.
Karaarslan, Harput'un idaresini büyük oğlu Nasreddin'e vererek,!163'te Erzen71 hakimi Devlet-Şah'ın kızı ile evlendirir. Nasreddin'in 1164'te ölümü ve H67'de de Karaarslan'm ölümü üzerine idare, Nureddin Muhammed'e geçer. Muhammed ise, Harput'un idaresini kardeşi İmameddin Ebubekir'e bırakır. Daha önceleri Selahaddin Eyyubi ile ittifak yapmış olan Nureddin Muhammed. 1185'te Eyyubi'nin yardım isteği üzerine, kardeşi İmameddin Ebubekir'i, Eyyubi'nin yardımına gönderir. Ebubekir'in gidişinden sonra, Muhammed'in ölmesiyle birlikte, kardeşinin yerine Kutbettin Sokman geçirilir. Bu olay üzerine İmameddin Rbubekir, Harput'a geri dönerek kenti ele geçirir ve adına para bastırır. 1203/1205 yılına kadar egemenliğini sürdüren İmameddin Ebubekir'in ölümünden sonra, yerine oğlu Nizameddin İbrahim halef olur. Ancak, aynı yularda Harput Artuklular'ı Selçuklu egemenliğini tanımışlardı. Bu arada Hısn-ı Keyfa Artuklu hükümdarı Nasırüddin Mahmud 1205/1206 yılında Harput'u almak için, Eyyubiler'den Melik Eşrefin yardımı ile Harput üstüne yürür; Nizameddin İbrahim ise, Selçuklu Sultanı Gıyaseddİn Keyhüsrev'den yardım ister. Yardımın yola çıkması üzerine Nasırüddin Mahmud, kuşatmayı kaldırarak geri çekilir". Nizameddin İbrahim'in 1223'te ölümünden sonra yerine, oğlu İzzeddin Ahmet geçer. Bu dönemde Harpuî geçici olarak 1227'de Celaleddin Harzemşah tarafından işgal edilmiş olup, yine bir ara Moğollar'ın eline geçer. Harput Artuklu İmparatorluğu 1234'de Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın, Harput'u ve bölgeyi fethiyle son bulmuşken, son hükümdar konusu tartışmalıdır. Kimi kaynaklarda adı geçen ve İzzeddin Ahmet'in kardeşi Hızır ile, Hızır'ın oğlu Nureddin .Artukşah isimleri konusunda net bilgiler yoktur. Genel yargılar Hızır'ın başa geçmediği. Nureddin Artukşah'm son hükümdar olduğu yönündedir. Aynı yıllarda Eyyubiler'in de Harput'ta varlığı söz konusudur. Bu yıllarda gerginleşen Selçuklu-Eyyubi ilişkileri, Alaaddin Keykubad'ın Ahlat'ı ele geçirmiş olması sonucu; El Kamil, ordusuyla Anadolu içlerine girmeye çalışır. Toros yollarının kapalı olması nedeniyle, Hısn-ı Mansur'u yakıp yıkarak, Fırat'ı aşıp Siverek'e kadar gelir. Aynı sıralarda Harput Artukluları'da Selçuklular'a baş kaldırınca; Harput'u bir uç kalesi olarak kullanma düşüncesiyle. El Kamil'in yardım için Harpufa gönderdiği güçler yenilir. Harput Kalesi'de teslim olmak zorunda kalır. Harput'un Selçuklular'a geçmesinden sonra Alaaddin Keykubad, kenti Seyfeddin Bayram adlı bir subaşına teslim ederken; korumasını ise, Yassıçimen Savaşı sonrasında kendisine sığınan Harzemliler'e verir. Keykubad'ın, Eyyubiler'e karşı savaş hazırlığı yaptığı 1237 yılında ölümü üzerine, yerine geçen oğlu II.Gıyaseddin Keyhüsrev. kötü bir yönetim göstererek Harzemliler'i küstürür, sonuçta da Harzemliler başıboş ve yağmacı bir tutumla Anadolu'da gezmeye başlar, bu olaylar sonrasında istenmediği halde Harzemliler yok edilmek zorunda kalınır. Kendisine karşı oluşan muhalefet ve rahatsızlıklara karşın, son kozlarını oynayan Keyhüsrev, 1243 yılında Kösedağ'da Moğollar'a yenilir ve Selçuklu Devleti, Moğollar'a vergi veren devlet durumuna düşer. Bu sıralarda Moğol komutam Baycu Noyan bir ara hastalanıp, getirildiği Harput'ta tedavi görür. Keyhüsrev'den sonra başa geçen Sultan II.îzzeddin Keykavus, sınırları kontrol amacıyla, gizli bir şekilde Türkmen, Kürt ve Araplar'dan asker toplamaya çalışır. Bu nedenledir ki. 1257 yılında Musul'lu Şerafeddin Mehmed bin Şeyh Adi adlı bir Kürt aşiret reisine, hizmetlerinden dolayı Harput'un idaresini verir. Ancak, Şerafeddin Mehmed halk tarafından Harput'a sokulmaz ve Harput civarında Baycu Noyan tarafından yakalanarak öldürülür.
1258'de Bağdat'a giren Hülagu, ardından El Cezire'ye yürür ve buraları da alarak Fıratı geçip Suriye'ye döner. 1289'da Anadolu, Hülagu tarafından paylaştırılır ve Harput bölgesi ile doğusu Gazvinli'ye verilir. Gazvinli ve İrinçin adlı Moğol beyi, ellerinde tuttukları bölgelerde çok zülüm yaparlar ve sonuçta çeşitli isyanlar olur. Bunların en büyüğü 1258'deki Sülemiş İsyam'dır. Bu isyan daha çok Malatya, Harput ve Diyarbakır halkını rahatsız eder ve bölge halkı dağlara çekilir.
XIII. yüzyıl sonunda zayıflayan Selçuklu Devleti'nin yerine, çeşitli beylikler kurulur. XIV. Yüzyıl ortalarına kadar İlhanlı yönetiminde kalan Harput bölgesi; Malatya, Elbistan ve Maraş'la birlikte, bu yıllarda güçlenmeye başlayan Dulkadiroğulları Beyliği egemenliğine girer. Zeyneddin Karacabey tarafından kurulan ve adını 1336'dan sonra duyuran Dulkadiroğulları, 1339'da bağımsızlıklarına kavuşurlar. Karacabey'den sonra yönetime geçen İzzeddin Halil Bey Dönemi'nde başkent Elbistan olup, 1363'den sonra Harput büyük önem kazanır. Harput'un yönetiminde bu yıllarda Karacabey'in oğullarından Sarımeddin İbrahim Bey vardır. 1366 yılında Memlûk orduları, Halep Valisi Seyfettin Corcu komutasında Harput'u iki defa kuşatırlar ve ikinci kuşatmada Harput teslim olur. Ancak, on yıl sonra 1376'da Dulkadiroğlu Halil Bey, Harput'u yeniden ele geçirir. 1381 yılında Memlüklüler tekrar bu bölgelere saldırırsa da, Harput'u alamadan Maraş ve Elbistan'a ulaşırlar. Dulkadirliler ise Harput'u uzun süre kullanıp, buradan çeşitli kentlere akınlar düzenlerler*4. Ancak, Harput İç Kale batı duvarlarındaki Halil İbrahim Burcu'nda yer alan kitabede Melik Eşrefin adının geçmesi ve övülmesi, kalenin anlatıldığı gibi ele geçirilmediği şeklinde değil, Dulkadirliler'in Memluk egemenliğini kabul ettiği yönündedir. 1433'de Timur Anadolu'dan ayrılırken. Diyarbakır ve yöresinin kontrolünü Akkoyunlu beylerinden Kara Yülük Osman'a bırakır. Büyük bir devlet kurmak isteyen Kara Yülük Osman, kardeşlerini öldürerek yönetimi tek başına ele geçirir. Timur'un bıraktığı Malatya'yı koruyamamasına karşılık; Erzincan ve çevresini Yar Ali'den, Urfa'yı Döğerler'den, Çemişgezek'i Pir Hüseyin Bey'den, Harput'u Dulkadiroğulları'ndan, Kemah'ı Timur temsilcisi Şemseddin'den, Erzurum'u Karakoyunlu Valisi Duharlı Pir Ahmet Bey'den, Mardin'i ise Karakoyunlular'dan alarak geniş bir devlet kurar. Bu arada Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf, Malatya'yı ele geçirip; Kara Yülük'ün yeğeni Kılıç Arslan, Pir Hüseyin, Cihanşah'm abisi İskender, Kara Yülük Osman'ın oğlu Ali Bey'in denetiminde bulunan Harput'u kuşatırsa da, bir başarı elde edemeden geri çekilir. Harput. Ancak Kara Yülük'ün ölümü ve taht kavgalarından sonra; Dulkadiroğlu Halil Bey'in oğlu Nasır-al Din Muhammed tarafından Akkoyunlular'dan geri alınır. Nasır-al Din Muhammed'den sonra yönetime oğlu Melik Arslan geçerse de; 1465'de Harput, Memlûk sultanının da göz yummasıyla birlikte, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan olarak anılan. Hasan Bayındır Han tarafından geri alınır. Uzun Hasan, 1467'de Karakoyunlu Beyi Cihanşah'ı, ardından 1469'da Teymurlar'dan Ebu Said Han'ı yenip; her ikisini de öldürdükten sonra, ülkesinin sınırlarını Karaman'a kadar genişletir. Bu sırada Osmanoğulları'ndan kaçan Karaman ve Candaroğulları'nın kışkırtmasıyla, Osmanlı kenti Tokat'ı yakıp yıkar ve Fatih'e meydan okur. Bu hareketler sonun başlangıcı olur. 1473 yılında Fatih Sultan Mehmed, Uzun Hasan'm üstüne yürümeye başlar. Yolda Karaman Valisi Şehzade Mustafa ile Amasya Valisi Şehzade Beyazıt, ordularıyla birlikte Fatih'e katılırlar ve Oltukbeli'nde yapılan savaşta Akkoyunlu'lar yenilir. 1478'de Uzun Hasan'ın Ölümüyle taht kavgaları tekrar başlar ve Akkoyunlular parçalanıp yok olurlar.XV. Yüzyıl sonrası
1507'de Şah İsmail tarafından Akkoyunlu Devleti yok edilince, Doğu Anadolu'daki pek çok şehirle birlikte, Harput'ta da Safevi Dönemi başlar. Yazdığı şiirlerde kullandığı ismi ile Şah Hatai (Şah İsmail), önceleri Osmanlılar İle iyi ilişkilere giren Bunun karşılığında II. Beyazıt'ın da ilişkilere karşılık vermesine rağmen, Trabzon Valisi Şehzade Selim, her fırsatta sınırlara baskınlar yaparak, gerginliği arttırır. Şah İsmail'in Doğu Anadolu'da güçlenmesi, gönderdiği misyonerler ile organize olarak taraflar kazanması sonrasında. 1512 yılında tahta geçen Yavuz Sultan Selim, ilk iş olarak 1514 yılında Şah İsmail'in üstüne yürür ve Çaldıran'da Safevi ordusunu yenerek bölgenin büyük bir bölümünü ele geçirir. Yavuz Sultan Selim, savaş sonrasında dağlara sığınan Şah İsmail taraftarı Kürt ve Alevi bölge halkını etkisizleştirmek için, Maraş Beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa ile, aslen kendisi de Kürt olan İdris-i Bitlisi'yi görevlendirir. Çok sayıda bölge insanının öldürüldüğü bu etkisizleştirme harekatı sonrası. 1515 yılında bölge tamamen Osmanlı denetimine girer. Kanuni Dönemi'nde 1552'de, III. İran seferi için ordular Harput'ta toplanır. 1635 ve 1638 yıllarında IV. Murad, Revan ve Bağdat seferlerinde üç defa Harput'tan geçer. III. Mustafa Dönemi'nde (1757-1774) Har-puftaki yeniçerilerin yarattığı huzursuzluk sonucu; Padişah, olayları ancak gönderdiği bir fermanla durdurur. 1834'de Reşid Mehmed Paşa, bölgede düzenlemeler yapmak üzere, geniş yetkililerle Sivas, Diyarbakır ve Harput valiliğine atanır. Ancak, vergi vermeyi reddedip, ayaklanan halk ve aşiretler, paşanın gelişini hoş karşılamaz. Reşid Mehmet Paşa, Harput'u ordu merkezi yapar. Bu sıralarda bölgede yaşanan çatışmalarda pek çok sivil ve asker ölür. Gelişmeler sonucu Harput kent merkezi, Harput'un hemen altında bulunan "Mezre" denilen yere taşınır ve "Memuret-ül Aziz" adını alır. 1851'de Dersim, Diyarbakır eyaletinden ayrılarak Harput'a bağlanır. Osmanlı-Rus Savaşı sırasında başlayan huzursuzluklar sonrası. 1915'de Van Ermeni Ayaklanması'nın ardından. Harput' ta yaşayan Ermeniler' in ayaklanmaya destek vermesi sonucunda, bu yıllarda pek çok Ermeni bölgeden uzaklaştırılırken, biı kısım elebaşlar tutuklanır. 1867'ye kadar eyalet durumunda bulunan Harput, bu yıl içinde "Ma-muret-ül Aziz Sancağı" adı ile sancak durumuna düşer ve Diyarbakır'a bağlanır. 1871'de Diyarbakır'dan ayrılarak bağımsız şehir olursa da, 1878'de vilayet durumuna getirilir. Cumhuriyet sonrası ise, merkez sancak Elaziz' den bozulma, Elazığ adını alır.
Tanzimat Dönemi'nden itibaren. Dersim Bölgesi'ndeki isyan ve tenkil olaylarıyla ilişkili olarak sahneye çıkan Harput, Birinci Dünya Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi'nde de aynı ilişkiler içinde görülür. Dersim'e yapılan tüm askeri harekatlarda önemli rol oynayarak, askeri merkez durumunda kullanılır. Bununla birlikte Şeyh Sait isyanından da etkilenen Elazığ, 1938'de Dersim harekatlarının bitiminden sonra, günümüze kadar büyük bir gelişme göstererek, Doğu Anadolu Bölgesi'nin en gelişmiş kentlerinden biri durumuna gelir.

FIRAT ÜNİVERSİTESİ



FIRAT ÜNİVERSİTESİ’NİN DÜNÜ
Zengin bir kültür hayatı bulunan Elazığ ve ilçelerinde eğitim ve öğretime başlayan ve daha sonrada Bingöl, Muş, Tunceli illeriyle Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde yükseköğretim kurumlarına sahip olan ve 2547, 2809, 3337 ve 3389 sayılı kanunlarla bugünkü hüviyetini kazanan Fırat Üniversitesi’nin kuruluşu, kademeli olarak gerçekleşmiştir. Büyük Önder Atatürk, 1936 yılında üniversitelerin yurt sathında yaygınlaştırılması gerektiğine işaret etmiş ve Ulu Önder’in bu işaretleri doğrultusunda Doğu Anadolu’da üniversite kurulmasının doğru olacağı vurgulanmıştır. Bu gelişmelerin sonucu olarak 1942 yılında düzenlenen “Ikinci Üniversite Haftası”da Elazığ’da yapılmıştır. Bu haklı teşebbüslerin desteklediği, Elazığ’da bir yükseköğretim kurumuna sahip olma çabaları nihayetinde, 1967 yılında gerçekleşmiştir. 1967 yılında Yüksek Teknik Okul açılmış, aynı yıl içinde Ankara Üniversitesi Senatosu’nun Elazığ Veteriner Fakültesi’nin kurulmasını öngören kararı Milli Eğitim Bakanlığı’nca onaylanmıştır. Teknik Yüksekokul, 1184 Sayılı Kanunla 1969 yılında Elazığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi (EDMMA)’ne dönüşmüş, Veteriner Fakültesi de 1970 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak öğretime açılmıştır. Kuruluşu 11 Nisan 1975 tarih ve 1873 Sayılı Kanunla gerçekleşen Fırat Üniversitesi’nin çekirdeğini Veteriner Fakültesi oluşturmuştur. 1975–1976 eğitim öğretim yılında Fen-Edebiyat Fakülteleri’nin de ilavesiyle Üniversite, eğitim ve öğretime üç fakülte ile başlamıştır. 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunun ve 41 sayılı KHK ile yeniden düzenlenen Fırat Üniversitesi’nde Fen ve Edebiyat Fakülteleri birleştirilerek Fen-Edebiyat Fakültesi adını almış, EDMMA (Elazığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi) ise Mühendislik Fakültesi’ne dönüştürülerek üniversite bünyesinde yer almıştır. 1983– 1984 eğitim-öğretim yılında, kuruluş çalışmaları tamamlanan Tıp ve Teknik Eğitim Fakülteleri, 1992 yılında Su Ürünleri Fakültesi ve 1998–1999 eğitim-öğretim yılında Eğitim Fakültesi’nin, 2001–2002 eğitim öğretim döneminde Iletişim Fakültesi’nin eğitim-öğretime açılmasıyla birlikte üniversite bünyesindeki fakülte sayısı dokuza çıkmıştır. Fırat Üniversitesi Muş Eğitim Fakültesi, 2809 Sayılı Kanunun ek 30. maddesine istinaden, T. C. Bakanlar Kurulu’nun 06.08.1998 tarih ve 98/1462 Sayılı Kararı ile kurulmuştur. T.C. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’ nın 26.04.2006 tarih ve 1142 sayılı yazısı ile 2006–2007 öğretim yılında Muş Eğitim Fakültesi Ilköğretim Bölümü Okul öncesi eğitim öğretmenliği programına 40, Türkçe Eğitimi Bölümü Türkçe Öğretmenliği Programına 30 öğrenci alınması kararlaştırılmıştır. Bir başka yeni fakültemiz olan Bingöl Ziraat Fakültesi’nin de temeli atılmıştır. Ayrıca Tunceli Iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi’nin kuruluş kararı çıkmış, ancak, eğitim-öğretime açılamamıştır. 1983 yılında Tunceli ve Bingöl Meslek Yüksekokulu, 1987 yılında Muş Meslek Yüksekokulu, 1989 yılında Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, 1992 yılında Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ve Keban Süleyman DEMIREL Meslek Yüksekokulu kurulmuştur. Bunları 1995 Yılında Maden Meslek Yüksekokulu ile Sivrice Meslek Yüksekokulu, 1996 yılında Kemaliye Hacı Ali Akın Meslek Yüksekokulu, 1997 yılında Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu ile Elazığ Sağlık Yüksekokulunun kuruluşları takip etmiştir. Muş Malazgirt Alparslan Meslek Yüksekokulu’nun 2001–2002 yılında eğitim öğretime açılmasıyla birlikte yüksekokul sayısı 13’e ulaşmıştır. 2001–2002 Eğitim - Öğretim Yılında öğrenci alımına başlayan Devlet Konservatuarı, 2004–2005 Eğitim - Öğretim yılında ilk mezunlarını vermiştir.

FIRAT ÜNİVERSİTESİ’NİN BUGÜNÜ
Üniversitemiz, Rektörlük ve Mühendislik Fakültesi Kampüsleri ile birlikte on üniteden oluşmaktadır. Rektörlük Kampüsü, hazine adına tapulu ve üniversitemize tahsili 881.872 m2’lik alan ile kamulaştırılarak, üniversitemiz adına tescil edilen 532.522 m2 olmak üzere toplam 1.414.394. m2 Mühendislik Fakültesi Kampüsü ise hazine adına tapulu ve Üniversitemize tahsisli 626.092 m2 yüzölçümündeki alanlar üzerine kurulmuşlardır.
Üniversitemize bağlı Araştırma ve Uygulama Çiftliği iki ünite halinde; Kesik Köprü’de 6.694.969 m2 ve Yurtbaşı’nda 418.732 m2 yüzölçümündeki arazi üzerine faaliyetlerine devam etmektedir. Sivrice Cevizdere’de ise 4.285 m2’lik Üniversitemiz Eğitim ve Dinlenme Tesisleri kurulmuştur. Harmantepe-Cip Barajı’nda 15.700 m2 yüzölçümündeki arazi üzerine, Üniversitemiz Su Ürünleri Fakültesi’ne bağlı Su Ürünleri Tesisleri bulunmaktadır. Üniversitemize bağlı Bingöl Meslek Yüksekokulu 125.000 m2, Tunceli Meslek Yüksekokulu 27.960 m2, Muş Meslek Yüksekokulu 11.329 m2 ve Kemaliye H. Ali AKIN Meslek Yüksekokulu 1596 m2 yüzölçümündeki arazi üzerine kurulmuştur. Üniversitemiz Fırat Tıp Merkezi, 30.000 m2’lik bir alan üzerine kurulu olup 1998 yılında hizmete sunularak Elazığ’ın ve Doğu Anadolu Bölgesi’ne sağlık hizmeti vermektedir. Üniversitemiz de akademik ve idari personelimiz için toplam 304 daireden oluşan lojmanlarımız vardır. Mevcut lojmanların; 154 adedi Rektörlük, 150 adedi Mühendislik Kampüsündedir. Üniversiteler; devlet, millet ve gençliğin birbirleriyle kaynaşıp bütünleştiği kurumlardır. Anayasamız başta olmak üzere Yükseköğretim Kanunu’nda üniversitelerimize çok önemli yetki ve sorumluluklar yüklemiş bulunmaktadır. Ülkemizin çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarılmasında gerekli olan aydın kadroların yetiştirilmesi, modern bilim ve teknolojinin ülkemizde geliştirilip yetiştirilmesi, mili kültürümüzün incelenmesi ve milli şuurun halkımıza kazandırılması gibi hususlar, bu sorumluluklar arasında sayılabilir.
Üniversitemiz, ülkemizin geleceğinde ve kalkınmasında önemli bir yeri bulunan, Doğu Anadolu Bölgesi’ne hizmet vermenin idraki içerisindedir. Cumhuriyet tarihine bakıldığı zaman bütün Cumhuriyet hükümlerinin sözü edilen bölgeye refah ve kalkınmanın nimetlerini getirmeyi hedef aldıkları görülür. “Türk Devleti’nin ülkesi ve Milleti ile bölünmez bir bütün olarak refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal, kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulamak” görevi üniversitelerimize verilmiştir. Bu görevin yerine getirilmesinde, öğrencilerimizi Atatürk Ilkeleri doğrultusunda eğitmek, Atatürk Inkılaplarını, onların hayat felsefesi haline getirmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen aydınlar olarak yetiştirmek gibi hususlar hedeflerimiz arasındadır. Bunun yanında Türk Kültür ve Medeniyeti’ni, yapılan ilmi araştırmalar ve yürütülen kültür faaliyetleri ile halkımızın istifadesine sunmak temel amaçlarımız arasındadır. Ülkemizin ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin kalkınmasında; fen, mühendislik, uygulamalı bilimler, sağlık, tarım ve hayvancılık bakımından büyük faydalar sağlamaktadır. Üniversitemizin, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda ifadesini bulan ana görevleri arasında yer alan hususları şöyle sıralamak mümkündür. % Ön lisans, lisans, yüksek lisans, doktora, tıp alanında uzmanlık seviyesinde öğretim yapmak. % Atatürk ilke ve Inkılapları doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı, bilim anlayışı kuvvetli, milli tarih şuuruna sahip örf ve adetlerimize bağlı milli birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirici ruh ve irade gücüne sahip öğrenciler yetiştirmek. % Ülkemizi yakından ilgilendiren konular başta olmak üzere, bilimsel ve teknik çözümlere katkıda bulunup, araştırma ve uygulamaları bu yönde derinleştirerek; diğer ülkelerle işbirliği yapmak. % Araştırma ve incelemelerin sonuçlarını gösteren bilim ve tekniğin ilerlemesine katkıda bulunan yayınlar yapmak. % Türk milletinin genel kültür seviyesini yükseltici, aydınlatıcı ilmi çalışmalar yapmak. % Hükümetimiz ve diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde eğitim ve öğretim ile araştırma ve inceleme sonuçlarını ülkemiz ve dünya kamuoyunun istifadesine sunmak. % Hükümetimizin isteyeceği her türlü araştırma ve incelemeyi yapmak. Diğer taraftan bölgesel kalkınmanın sağlanmasına etkili olacak tarzda, kamu kesiminin, sanayinin, tarım ve hizmet sektörleri ile bölge halkının diğer ihtiyaçları doğrultusunda gerekli araştırma, incelemeler yapmaktadır. Yapmış olduğu bu araştırma ve incelemeleri bölgenin istifadesine sunmak ve kalkınmasında öncülük görevini yerine getirecek kalifiye insan gücü ihtiyacını karşılamaya çalışmanın yanı sıra, görev ve sorumluluklarını çok iyi bilen, yetenekli ve mutlu bir neslin yetişmesini sağlamak da, üniversitemizin önemli hedefleri arasındadır. Üniversitemiz, bütün bu hedefleri gerçekleştirmek için, aralarında Yükseköğretim Kurulu ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın da bulunduğu milli kuruluşlarımızın talep ve teklifleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmekte ve ileriye dönük planlarını uygulamaktadır. Üniversitemiz; yerleşimi itibariyle, şehrin merkezine çok yakın bir konumdadır.
Öğrenciler ulaşım ihtiyaçlarını, yürüyerek, kolaylıkla sağlayabilmelerine rağmen, şehirle ulaşımı daha çabuk sağlayan imkanlar da, öğrencilerimizin hizmetine sunulmuştur. Üniversitemizde, bu amaç doğrultusunda, Elazığ Belediyesi’ne bağlı toplu taşım araçları, öğrenci yoğunluğuna göre her iki kampüse de seferler düzenleyip, bugün toplam mevcudu 17 bin 349’u bulan, öğrencilerimize ulaşım hizmeti vermektedir. Ayrıca, şehir merkezinden kampüs önüne kadar taşıma yapan minibüs hatları da vardır. Üniversitemiz yerleşim itibariyle, büyük bir alan içerisine yayılmıştır. Orman Bakanlığı’na bağlı Zafran Mesire Yeri tarafından ikiye bölünmüş, bir kampüs görüntüsündedir. Bu münasebetle öğrencilerimize gerek her iki kampüs arasında hızlı ulaşım imkanı sağlama, gerekse mühendislik kampüsü bünyesinde bulunan YURTKUR’a bağlı yurtlarda kalan öğrencilerimizin Rektörlük kampüsünde yer alan fakülte ya da yüksekokullara rahat ulaşım sağlamaları amacıyla, Rektörlüğümüz tarafından bu hatlara da servis araçları tahsis edilmiştir. Üniversitemiz akademik ve idari personeliyle, öğrencilerine büyük kolaylıklar sağlayan bankacılık hizmetlerini de kampüs bünyesine taşımıştır. Bu münasebetle; Üniversitemiz Rektörlük Kampüsü’nde Ziraat Bankası ve Yapı Kredi Bankası tarafından açılan “Üniversite Şubeleri” ve bunun yanında, Ziraat Bankası, Iş Bankası, Yapı Kredi Bankası ve Garanti Bankası’na ait ATM (Otomatik Para Çekme Makinesi) hizmet vermektedir. Üniversitemizde, öğrencilerimizin iletişim ve haberleşme olanakları son derece gelişmiştir. Mühendislik Kampüsü’nde yıllardan beri hizmet veren bir PTT hizmet şubesi öğrencilerimize günün her saatinde çok yönlü hizmet vermektedir. Üniversitemizde her fakülte, yüksekokul bünyesinde ve ayrıca öğrencilerimizin faydalandığı Üniversite Evi, kafeterya gibi bütün sosyal birimlerde, PTT tarafından ankesörlü telefon makineleri konulmuş; bu telefonlardan yurt içi ve yurt dışı görüşmeler kolaylıkla yapılabilmektedir. Mühendislik Kampüsü bitişiğinde ve şehir içinde bulunan Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu ile üniversiteye bağlı yurtlar dışında, Fırat Üniversitesi öğrencilerinin kalabileceği özel yurtlar da vardır. Fırat Üniversitesi’nde bilgisayar ve bilgisayar ağlarının gelişmesiyle orantılı olarak bilişim hizmetleri de yaygınlaşmaya başlamıştır. Üniversitemiz, bu konuda çağdaş eğitim için her türlü yenilikleri bünyesine kazandırmaktadır. 1987’de EARN bağlantısına geçen 7 üniversiteden birisi olan Fırat Üniversitesi’nde bugün bilişim hizmetleri, artık yerini klasik yöntemler yerine, tamamen bilgisayar ve bilgisayar ağlarına bırakmış durumdadır. 4 Ekim 1998 gününden itibaren bütün birimlerimizde Internet bağlantısı yapılarak, öğretim elemanlarımızın ve öğrencilerimizin istifadesine sunulmuştur. Günümüzde bir lüks olmaktan çıkıp, temel ihtiyaç haline gelen bilgisayar ve internet işlemlerinde, üniversitemiz üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirmektedir. Şu anda, öğrenci laboratuarında bulunanlar dahil olmak üzere yaklaşık 3000 adet bilgisayar, öğrenci ve personelimizin kullanımına sunulmuştur. Bu bilgisayarların tümü internete bağlı olup; bütün dünya ile aktif bağlantı durumundadır. Üniversitemizin, hemen hemen tüm bölümlerinde, öğrencilerin bilgisayar uygulamalarında kullanılmak üzere, yeterli sayıda bilgisayar mevcuttur. Bunun yanında, Rektörlük bünyesinde kurulan Enformatik Bölümü öğrenci laboratuvarları bulunmaktadır. Merkez kampüsümüzdeki 16 laboratuar ile diğer il ve ilçelerdeki fakülte ve yüksekokullarımızdaki 7 enformatik laboratuarından öğrencilerimiz istifade etmektedirler. Bilgi Işlem Merkezimiz’de, öğrenci ve personel için, 2 ayrı mail server ve diğer gerekli serverlar kurularak; hem personele hem de öğrencilere e-mail adresi, web alanı sağlanmakta ve diğer internet hizmetleri sunulmaktadır. Internet erişim hızımız, 155Mbps'lik alt yapıya sahip olup şu anda 50 Mbps olarak çalışmaktadır.

ULU CAMİİ EFSANESİ

ULU cami hakkında halk arasında anlatılan bir efsane vardır.Ağaç ve minare efsanesi olarak bilinen efsaneye göre Ulu Camii bahçesinde bir kadir gecesi iki arkadaş oturuyorlarmış, birisi birden bire diğerine camii bahçesinin güneyinde ve mihrabın hemen önünde duran dut ağacının eğilip kalktığını, yani secde ettiğini söyler, öteki de caminin minaresinin eğilip kalkarak secde ettiğini söyleyince Minare ve Ağacın sırları ortaya çıkar ve o günden beri ağaç ve minarenin secde eder durumda kaldığı söylenmektedir. Hatta minarenin birkaç kez onarım görmesine rağmen tekrar eski eyik haline geldiği rivayet edilmektedir. Ağaç ve minare bu görünümlerini günümüzde de korumaktadırlar.

ARAPBABA EFSANESİ

Arapbaba hakkında bir çok efsane anlatılmaktadır. Bunlardan en yaygın olanına göre Yöreye bir yıl hiç yağmur yağmamış, kıtlık baş göstermiş ve insanlar perişan olmuş. Türbenin yakınlarında oturan Selvi isminde bir kadın rüyasında üç gece, Arapbabanın cesedinin başı kesilirde dereye atılırsa yağmur yağacağını görür. Kadın bunun üzerine kimseye bir şey söylemeden cesedin başını kesip dereye atar bu olaydan sonra günlerce yağmur yağar. Öyle olur ki bu yağmurlar afete dönüşür. Selvi kadın bu defa rüyasında. Arapbabanın kesilen başı bulunup yerine konulursa yağmurun dineceğini görür ve olayı yörenin ileri gelenlerine anlatır. Alimler kadının çok büyük bir hata ve ölüye saygısızlık yaptığını söyleyerek ahaliden kesik başın bulunmasını isterler. Kesin başın bulunup yerine konulmasıyla yağmurun kesildiği görülür. Bazı Harput’lular , alimlere rüyasını anlatmayarak Arapbabaya saygısızlık yapan Selvi kadının büyük bir hastalığa yakalandığı ve perişan bir halde öldüğünü söylerler.Arapbaba hakkında başka rivayetlerde vardır. Kimine göre türbedeki zat’ın Selçuklu komutanlarından biri olduğu, kimine göre de Arabistan’dan gelmiş ve Harput’ta çobanlık yapan bazı kerametler göstermiş veli bir kişi olduğu söylenmektedir.

Ulu Camii (Merkez)

Elazığ, Harput’ta, Keşoğlu Meydanı’nda, kazı Bahçesi’ne giden yolun üzerinde bulunan Ulu Cami’yi Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaarslan 1156-1157 yılında yaptırmıştır. Anadolu’nun en eski ulu camilerinden biri olan bu yapı dikdörtgen planlı olup, mimari yapısı ile Artuklu ve Selçuklu döneminde yapılmış camilerden farklı bir görünümdedir. Burada Selçuklu ve İran camilerinin plan ve şekilleri birleştirilmiş ve Anadolu’ya özgü bir yapı tipi ortaya konulmuştur. Caminin dışa kapalı bir görünümü olup, dış duvarları son derece kalındır. Doğu ve batıda ibadet mekanına iki girişi bulunmaktadır. Bunlardan batı kapısı daha yüksek ve dikdörtgen çerçeve içerisine alınmıştır. Bu giriş hafif sivri kemer içerisinde basık kemerlidir. Doğu kapısının kemeri ise sivri kemere çok daha yakın olup, iki yuvarlak sütuncuk ve dörtgen çerçevelerle sınırlandırılmıştır. Caminin bu girişlerinden sonra içeriden avlu ve çevresindeki mekanlar ile üç bölüme ayrılmıştır. Avlu ile birlikte caminin içten T şeklinde bir planı vardır. İbadet mekanı kısa boylu payelere dayanan sivriye yakın tuğla kemerler ve beşik tonozlarla üst örtüyü taşımaktadır. İbadet mekanı mihrap duvarına paralel iki nefli bir plan düzenindedir. Mihrap önünde pandantifli bir kubbe vardır. Mihrap ise iki zikzak dizisinin oluşturduğu bir çerçeve içerisindedir. Caminin abanoz ağacından yapılmış minberi ise Kurşunlu Camisi’ne götürülmüştür. Ulu Cami’nin en ilginç yönlerinden birisi de minaresidir. Minare kaidesi tuğladan yapılmış ve çubuk şeklindeki yivlerle hareketli bir görünüm verilmiştir. Minare gövdesi ise, kuşaklar halinde tuğla dizileri ile değişik şekiller ortaya koymuştur. Burada geçmeli altı köşeli yıldızlar ve örgü motifleri boş yer bırakmamacasına tüm minare gövdesini sarmıştır. Minarenin şerefeden yukarı olan kısmı oldukça uzun, dar ve silindiriktir. Burada üzerinde durulacak bir nokta, tuğlanın hem yapı elemanı, hem de bezeme elemanı olarak kullanılmasıdır. Bu yüzden de Artukluların diğer yapılarından ayrılmaktadır. Şerefede palmetlerle süslenmiş taşların da ilginç bir görünümü vardır.

Sara Hatun Camisi (Merkez)

Elazığ, Sara Hatun Mahallesi’nde olan bu camiyi XV.yüzyılda Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun ahşap bir mescit olarak yaptırmıştır. Bazı kaynaklarda bu mescidin yapım tarihi olarak 1465 yılı gösterilmektedir. Cami Sultan III.Murad döneminde Hacı Mustafa isimli bir kişi tarafından 1585 yılında onarılmıştır. Sultan Abdülmecid döneminde Harput Müftüsü Hacı Ahmet Efendi tarafından 1843 yılında yeni baştan yapılmış ve bugünkü halini almıştır. Bu onarımlar sonucunda yapı, özgün biçimini yitirmiştir. Cami kare planlı olup, ibadet mekanının üzeri birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlanmış dört kalın sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe dışında kalan bölümlerin üzeri ise tonozlarla örtülüdür. Caminin önündeki son cemaat yerinin ortasında kubbe, yanlarında da çapraz tonoz örtülüdür. Mihrap beyaz kesme taştandır. Minberi de aynı şekilde beyaz taştan yapılmıştır. Caminin içerisinde ve ana kubbede geometrik ve bitkisel bezemeler görülmektedir. Kesme taş kaide üzerine oturtulan minare iki renkli kesme taştan yapılmıştır. Bu caminin yanında başka yapıların olup olmadığı bilinmemektedir. Günümüze sadece cami ve çeşme gelebilmiştir.

Kurşunlu Cami (Merkez)

Elazığ, Harput’ta bulunan Kurşunlu Cami, Osmanlı döneminde Çarsancak Beylerinden Osman Ağa tarafından 1738-1739 yıllarında yapılmıştır. Kitabesi okunamamıştır. Kurşunlu Cami kare planlı olup, üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin önünde üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerinin sütunları hafif sivri kemerlerle birbirine bağlanmış olup, üç kubbe ile üst örtü tamamlanmıştır. Caminin mihrabı oldukça sade olup, dışarıya çıkıntılı bir niş şeklindedir. Osmanlı ağaç işçiliğinin güzel örneklerinden olan abanoz ağacından ahşap minberi Ulu Cami’den getirilmiş, Artuklu dönemi eseridir. Minaresi kesme taştan ve oldukça kalın gövdeli, aynı zamanda da camiye oranla daha yüksek ve tek şerefelidir.

Arap Baba Mescidi ve Türbesi (Merkez)

Elazığ, Harput’taki Arap Baba Mescidi’nin kitabesinden öğrenildiğine göre Anadolu Selçuklularından IV.Kılıçarslan’ın (1261-1266) oğlu III.Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1281) zamanında, 1279 yılında yaptırılmıştır. Bununla beraber kitabesinde banisinin Yusuf İbn-i Arapşah olduğu belirtilmiştir. Mescit 6.50x6.50 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzeri kubbeli olup, Selçuklu döneminde çok sık kullanılan üçgenlerle kubbeye geçilmiştir. Mescidin en önemli yeri 2.50 m. genişliğinde ve 1.50 m. yüksekliğindeki tamamen çini kaplı mihrabıdır. Bu çinilerde lacivert ve firuze renkler hakim olup, geometrik bezeme ön plandadır. Bunun yanı sıra palmetler, lotuslar ve arabesk motifleri de dikkati çekmektedir. Mescit içerisinde mihrap dışında başka çini izlerine rastlanmamaktadır. Ancak, yörede yaşayanlar kubbeye geçişi sağlayan üçgenlerin de tamamen çini ile kaplı olduğunu belirtmişlerdir. Mescidin kapısı yanında, duvara bitişik olan minaresi uzun süre toprak altında kalmıştır. Minarenin toprak altında kalan bölümleri 1964 yılında yapılan kazılarda bütünüyle ortaya çıkarılmıştır. Oldukça kalın gövdeli olan minarenin bir bölümü de kısmen yıkılmıştır. Alttan beş sırası taş ve alçı sıvalı olan minare üzerinde çinili bir de yazı frizi bulunmaktadır. Ancak bu friz harap olduğundan okunamamıştır. Mescidin yan tarafta kapısı bulunan zemininde Arap baba’nın mezarı bulunmaktadır. Üzeri tonozla örtülü olan bu mezarda ahşap bir sanduka vardır. Mescidin kitabesinde de ismi geçen Yusuf İbn-i Arapşah burada gömülüdür. Halk arasında Arap Baba ismi ile tanınan bu kişinin yörede yaygın bir de efsanesi bulunmaktadır. Bu efsaneye göre; Harput’un en görkemli zamanında, yaz aylarında şiddetli ve dayanılmaz bir sıcaklık başlamıştır. Bu sıcaklık öylesine artmış ki topraklar, tepeler çatlamış ve kuraklık bütün Harput’a yayılmıştır. O günlerde bir kadının rüyasında; Arap baba’nın başını sandukasından çıkarıp dereye atacak olursa yeniden yağmurun yağacağı ve kuraklığın önleneceği söylenmiştir. Bu kadın aynı rüyayı devamlı olarak her gece görmeye başlamış ve aynı sözler kendisine tekrar edilmiştir. Öte yanda Harput’taki sıcaklık da her geçen gün biraz daha artmıştır. Sürekli olarak aynı rüyayı gören kadın bir gece Arap Baba’nın başını sandukasından almış ve dereye atmıştır. Bunun üzerine şiddetli yağmurlar başlamış ve şehri seller götürmüştür. Bu kez kadının rüyasına Arap baba’nın kendisi girmiş ve ona; “Sandukamdan alıp dereye attığın başımı bana geri ver. Eğer geri vermeyecek olursan yağmurlar durmayacak ve felaketler bu kentte birbirini izleyecektir.” Demiştir. Bundan korkan kadın dereye koşmuş, Arap baba’nın başını bularak sandukasına koymuş. Bunun üzerine yağmur bir anda kesilmiş ve Harput’ta yaşam normale dönmüştür. Günümüzde Arap Baba’nın sandukasında Arap Baba’nın başı gövdeden ayrı yan tarafta bulunmaktadır.

Alacalı Cami (Merkez)

Elazığ, Harput’ta Ağa Mahallesi’nde kayabaşı yolu üzerinde bulunan Alacalı Cami Artukoğulları dönemine aittir. Artukoğullarından Nureddin Ebû’l-Fâzıl Artuk Şah’ın babası Hızır Bey zamanında 1203-1204 yıllarında yapılmıştır. Caminin minarede ve yapı detaylarında iki farklı renkte kesme taşların kullanılmasından ötürü “Alacalı Cami” ismi ile tanınmıştır. Caminin Artuklular döneminden kalan bölümleri kuzey duvarı ile caminin batı köşesindeki iki renkli kesme taştan örülmüş minaresi ve minarenin yanındaki iki renkli taşlardan yapılmış kapısıdır. Caminin dikdörtgen planlı ibadet mekanı mihraba dik geniş kemerle üç nefe bölünmüştür. Duvarları kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Bunların arasında yer yer ağaç hatıllar da kullanılmıştır. Caminin batıdaki giriş kapısı yonca planı şeklindedir. İbadet mekanı Osmanlı döneminde yenilenmiş ve üzeri ahşap tavanla örtülmüştür. Mihrap mermerden olup, mukarnaslarla sona erer. Ahşap tavan kalem işleri ile bezelidir. Burada geometrik örgüler ve yıldız motifleri ön planda olup, kırmızı, siyah ve lacivert renkler yaygın biçimde kullanılmıştır. Caminin minaresi giriş kapısının üzerinde, şerefeye kadar siyah ve beyaz taşlarla, şerefeden üstü de yine siyah ve beyaz taşlarla bu kez dama biçiminde örülmüştür.

Ağa Cami (Merkez)

Elazığ, Harput girişinde bulunan Ağa Camisi’nin Elazığ Müzesi’nde bulunan kitabesine göre; Pervane Ağa tarafından 1559 yılında yaptırılmıştır. İlk yapılışında ahşap olan bu cami, Hacı Abdülhamid Efendi tarafından 1889’da yeniden yaptırılmıştır. Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda olan bu yapı, dikdörtgen planlıdır. İbadet mekanının üzerini örten kubbe çökmüş, sonradan restore edilmiş ve üzeri çatı ile örtülmüştür. Minaresi orijinal olup, kesme taştan yapılmıştır.

Ahmet Bey Camisi (Merkez)

Elazığ, Harput girişinde Ahmet Bey Mahallesi’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelememiştir. Caminin banisi ile yapım tarihi üzerinde çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bunlardan birisine göre; XV.yüzyılda Akkoyunlu Ahmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Bu yüzden de Ahmet Bey Camisi ismi ile tanınmıştır. Bir başka görüşe göre de VII.yüzyılda Harput’un Araplar tarafından ele geçirildiği sırada yapılmıştır. Cami 6.00x700 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üst örtüsü içten tonoz, dıştan da toprak örtüdür. İbadet mekanının üç yanının penceresiz oluşu ilginçtir. Camiye bitişik olan minaresi sarı taştan olup, yuvarlak gövdelidir. Minarenin kare kaidesi kesme taştandır.

Ahi Musa Mescidi ve Türbesi (Merkez)

Elazığ, Harput’ta bulunan bu mescit Ahi Musa Hervi tarafından yaptırılmıştır. Günümüze gelebilen kitabesinden 1185 yılında yapıldığı yazılıdır. Ancak kitabede banisinin ismi bulunmamaktadır. Cami dikdörtgen planlı olup, mihrabı yarım bir niş şeklinde dışarı çıkıntılıdır. Yanındaki türbede mescidi yaptıran Ahi Musa Hervi gömülüdür.

Şeyh Ahmet Peykeri Külliyesi (Merkez)

Elazığ’ın 14 km. uzağında, Mollakendi Bucağı’nda bulunan, XVII.yüzyılda Harpu’ta yaşamış Harputlu bilgin ve mutasavvıf Şeyh Ahmet Peykeri Külliyesinin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Cami üzerinde bulunan kitabe de günümüze gelememiştir. Evliya Çelebi 1655’te buradan geçmiş ve burası ile ilgili bazı bilgiler vermiştir: “Harput Kalesi sol tarafımızda kaldı. Oradan yine doğuya giderek Molla Efendi Köyünde konakladık. Harput nahiyelerinden 100 evli, bir camili, mâmur zeamet bir Müslüman köyüdür. Molla efendi hazretleri cami yanında gömülüdür”. Evliya Çelebi’nin yanı sıra İshak Sunguroğlu Şeyh Ahmet Peykeri ile Sultan IV.Murad’ın Revan seferi gidişinde Mollakendi’ye 5 km. uzaklıktaki Hogu (Yurtbaşı) Köyü’nde görüştüklerinden söz etmektedir. Bu arada padişahın Ahmet Peykeri’yi ziyaret ettiği ve orada onun ismine izafeten bir cami yaptırdığını da belirtmiştir. Bu bakımdan Ahmet Peykeri Külliyesinin Sultan IV.Murad zamanında yaptırıldığı sanılmaktadır. Külliyeden günümüze yalnızca camisi gelebilmiştir. Değişik zamanlarda onarım geçiren bu cami orijinalliğinden uzaklaşmıştır. Bununla beraber kesme ve moloz taştan yapıldığı anlaşılmaktadır. Cami kare planlı olup, üzeri köşe tromplarının yardımı ile merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Ön kısmında duvar uzantıları ve iki sütunla üç bölümlü bir son cemaat yeri eklenmiştir. Son cemaat yerindeki sivri kemerlerin birbirine bağlanmasıyla üzerleri pandantifli üç kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yerinin ortasındaki kemerli bir kapıdan ibadet mekanına geçilmektedir. İbadet mekanında mihrabı dikkat çekecek derecede bezemelidir. Burada oldukça iri mukarnasların şekillendirdiği bir bordür mihrabı üç yönden kuşatmaktadır. Caminin minberi mihrap ile bir bütünlük içerisinde olup, orijinalliğini korumaktadır. Son cemaat yerinin sağında kesme taştan yapılmış olan minaresi XVII.yüzyıl özelliklerini taşımaktadır. Tek şerefeli, silindirik gövdeli olan minarenin şerefesi altında mukarnaslı bir friz görülmektedir. Caminin batısında Şeyh Ahmet Peykeri’nin türbesi bulunmaktadır. Ayrıca Sultan IV.Murad döneminde yapılmış olan medrese ve zaviyeden günümüze hiçbir iz gelememiştir.

Yusuf Ziya Paşa Külliyesi (Keban)

Elazığ, Keban Çarşılar Mahallesi’nde, eğimli bir arazide bulunan Yusuf Ziya Paşa Külliyesini XVIII.yüzyılda Elazığ Valisi Yusuf Ziya Paşa, cami, medrese, mektep, çeşme ve şadırvan olarak yaptırmıştır. Osmanlı mimarisinin merkezi planlı yapılarının en gelişmiş örneklerinden olan caminin önünde sivri kemerlerle birbirine bağlanmış beş sütun ve bir yarım sütunlu beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerinden ibadet mekanına oldukça görkemli bir kapı ile geçilmektedir. Basık kemerli bir kapının bezemeleri Avrupa etkisinde kalan diğer Anadolu’daki süsleme örneklerinden birisini yansıtmaktadır. Kapı üzerindeki talik kitabede caminin Yusuf Ziya Paşa tarafından yaptırıldığı bertilmiştir. İbadet mekanı ortadaki oldukça ince dört sütun, sekiz köşeli kasnak üzerine oturan merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Bu sütunların ince oluşundan ötürü ibadet mekanı bölünmemiştir. Ayrıca kubbe dışındaki bölümlerin üzeri de çeşitli tonozlarla örtülmüştür. Kubbe içeride yazı, hurma ağaçları ve çeşitli bitkilerden oluşan bir bezeme ile boş yer kalmamacasına süslenmiştir. Mihrap ve minber mermerden olup burada yöresel taş işçiliği açıkça kendisini göstermektedir. Caminin kuzeydeki ön avlusuna taştan on köşeli, mukarnaslı bir şadırvan yerleştirilmiştir. Yusuf Ziya Paşa Külliyesi’nin kuzey batısında iki katlı bir mektep yapılmıştır. Doğu ön cephesinde yuvarlak kemerli pencere ve bir kapısı bulunmaktadır. Mektebin ikinci kat girişinde beş satırlık talik yazılı bir kitabesi bulunmaktadır. Bu bölüm kare planlı olup üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Mektebe bitişik olan medrese yıkılmış ve çok az bir kalıntısı günümüze gelebilmiştir. Ayrıca medresenin güney duvarı ile caminin güneybatı köşesine sivri kemerli bir çeşme yerleştirilmiştir. Yapı topluluğunun yanındaki hanın ise yalnızca giriş kapısı günümüze gelebilmiştir.Bu kapının en ilginç yönü de yan girişlerdeki hayvan kabartmalarıdır. Ancak kapının kemer ve silmeleri il üst örtüsü XIX.yüzyılda yapıldığı izlenimini vermektedir.

Merkez Camisi (Palu)

Elazığ, Palu Merkez Camisi ilçe merkezinde bulunmakta olup ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Dikdörtgen planlı caminin üzeri düz bir damla örtülmüştür. İbadet mekanı birbirlerine kemerlerle bağlanmış sütun ve payelerle üç sahna ayrılmıştır. Mihrabı yeşil tuğla sırla örülmüş olup ilginç bir görünümü vardır. Caminin orijinal minaresinden yalnızca kaide kısmı günümüze gelebilmiştir.

Cemşit Bey Mescit ve Türbesi (Palu)

Elazığ‘daki Cemşit Bey Mescidi’ni Yavuz Sultan Selim’in Sipahi Beylerinden Cemşid Bey yaptırmıştır. XV.yüzyıl eseri olan bu yapı kare planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür. Mihrap yöresel taşlardan yapılış olup ilginç bir görünümü vardır. Mescidin yanındaki türbe sekizgen planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür. Türbe içerisinde Cemşid Bey ile birlikte sekiz mezar bulunmaktadır. Bu mezarlar da taş işçiliği yönünden oldukça dikkat çekicidir.

Ulu Cami (Palu)

Elazığ, Palu ilçesinin merkezinde olan Ulu Cami’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Bu bakımdan ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber XIV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Ulu Cami dikdörtgen planlı olup mihraba paralel bir sıra paye ile ibadet mekanı iki sahna bölünmüştür. Üzeri düz bir damla örtülmüştür. Caminin en ilginç yönlerinden biri olan mihrabı, beyaz ve siyah taşların alternatif dizilişi ile meydana getirilmiştir. Minberi de Anadolu ağaç işçiliğinin ilginç örneklerindendir. Camini yanındaki minaresi taş bir kaide üzerine oturtulmuş taştan yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.

Alacalı Mescit (Palu)

Elazığ Palu ilçesinde bulunan Alacalı Mescidin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kare planlı olan mescidin üzeri piramidal bir çatı ile örtülmüştür. Son cemaat yeri sivri kemerlerle birbirine bağlanmış iki eyvan şeklindedir. Mescidin duvarları siyah ve beyaz taşlardan örülmüştür. Mihrabı mukarnaslıdır.